Tasavvuf ve Eser Hakkında Birkaç Söz...
Dünya hayatı hiç şüphesiz, zamanı çok hızlı geçen, ciddi ve çetin bir imtihandır. Burada bizim, her şeyden önde ve en yüce gayemiz, O, bizi yaratan, yaşatan ve âhirette hesaba çekecek, sonuçta mükâfâtlandıracak veya cezalandıracak olan ulu Rabbimiz’in sevgi ve rızasını kazanmak olmalıdır.
Allahu Teâlâ’nın rızasını kazanmanın tek çıkar yolu ise en sonuncu, en doğru ve en hakiki din olan İslâm’dır. Diğer yollar ve dinler, ya yanlış, batıl ve bozuk ya da devri geçmiş, mer’iyetten kalkmış ve geçersiz olduğundan; dünya ve âhiret saadeti isteyen herkesin, hayatını mutlaka ve mutlaka İslâm’ın emirlerini uygulayıp yasaklarından kaçınarak geçirmesi gerekiyor. Kâfirlerin iki cihanda halleri perişan, âkibetleri hüsrandır. Ancak ve sadece mü’minler felah bulacak, Allah’a en mutî insan ve dinin ahkâmını en iyi uygulayan müslüman, kıyamet günü en sevgili ve en makbul kul olacaktır.
İslâm dininin çok güzel ve çok faydalı bir yapısı, çok engin ve çok derin anlamlı prensipleri vardır. O, insanın hem bedenini sağlıklı tutar hem ruhunu besler hem gönlüne nur ve huzur doldurur; hem dünya işlerini düzenler hem âhiret saadetini sağlar; hem ferdi korur hem aileyi kurtarır hem de cemiyete, devlete dirlik ve kuvvet kazandırır; güçsüzü korur, zorbayı durdurur; herkese hakkını verir, görevini de düşündürür; kadını himaye eder, erkeği yüceltir; fakiri güldürür, zengini hayra yönlendirir; işçiyi sevindirir, ağayı, patronu duygulandırır...
Ne kusursuz, ne tam, ne harika, ne şahane nizamdır, İslâm! İslâm, her çağın ve özellikle şu hasta asrın şifası; tüm maddî ve mânevî, ferdî ve içtimâî dertlerin devası; akılların gıdası, gönüllerin sefası; karanlık gecelerin nurlu sabahı, ölümlü dünyanın âb-ı hayatıdır.
Fakat bir de, tasavvuf denilen çok sevimli ve çok önemli bir şer’î ilim vardır ki o olmadan imanın tadını duyarak yaşamak; İslâm’ın özünü, iç yapısını, ruhunu, mahiyetini, inceliklerini, esrarını kavramak, bugünün ve belki her devrin insanı için hemen hemen imkânsız gibidir.
Çünkü tasavvuf Kur’an ahlâkıdır, Resûlullah’ın derunî ahval ve hâlâtı, şeriatin ince âdâbıdır. Tasavvuf bencillik değil, diğerbînliktir, merhamettir, muhabbettir, hizmettir; laf ebeliği ve söz kalabalığı değil, samimiyet, ihlas ve hikmettir; kalp temizliği, irfan yüceliği ve amel-i sâlih üreticiliğidir; kıyl ü kâl değil, güzel haldir; taşa karşı gül, zehre karşı panzehirdir; gözlere nur, gönüllere sürûrdur.
Tasavvuf deliyi velî yapar; taşkını uslu kılar; taş bağrı ısıtır, yumuşatır; merhametsizi rikkatli, katı kalpliyi gözü yaşlı eder; şaşkını, gafili zulümâttan nura çıkarır; deryada çırpınanı sâhil-i selâmete ulaştırır; cahili eğitir, mârifet hazinesi eder; çölü, çorağı irfan pınarlarıyla sular, yeşertir; çobanı sultanlaştırır; sığ bilgiliyi ummanlaştırır; kişiyi halka makbul ve mergup, Hakk’a mahbûb eder; topraktan yaratılan insanı nurlandırır, melekleştirir, Rahman’ın huzuruna layık eyler, iltifatına ulaştırır.
Tasavvufla samanlık seyran, daracık yerler âdeta meydan olur; tasavvufla gaflet ve körlük izale edilir, mü’minin basiret gözü açılır; dünya sevgisiyle harabe haline gelen kalpler, Allah aşkıyla mâmur olur; mânevî zulmetler dağılır, insanın içi dışı pür-nur olur; mü’mine bir zindan olan şu köhne cihan, gerçek bir gülistan haline gelir.
Tasavvuf, dinimizin özü ve gerçek anlamı; asıl gaye olan insan-ı kâmil olmanın yolu ve yöntemidir.
Özetle tasavvuf, tüm devirlerde olduğu gibi, hatta onlardan da fazla, yirminci yüzyılın şu stresli, sinirli, gerilimli, bunalımlı, şüpheci, aceleci, dertli, hasta ve bedbaht insanının da “nerede” diye gece gündüz aradığı, yalan-yanlış yerlerden sağlamaya çalıştığı gerçek mutluluğun ilâhî yolu ve anahtarıdır.
Ama insan, tasavvufun hakikisini sahtesinden nasıl ayıracak, kimden öğrenecek, mürşid-i kâmili nasıl bulacak, mâneviyat yolunun sahtekâr ve haramilerinden nasıl korunacak, hangi kitapları okuyacak, eğrisini, hurafesini, hastasını, safsatasını, doğrusundan, sahihinden, ilmîsinden nasıl ayıracak, işin aslını, faslını neyle fark edecek?
İşte gerçek tasavvuf erbabının, kaynakların, bilgi ve görgülerin, -günümüzdekinden çok daha fazla olduğu- daha mutlu ve kutlu bir dönemde yetişen, bizzat kendisi de değerli bir alim, arif ve mutasavvıf olan Hüseyin Vassâf Efendi kaddesallâhu sirrahû ve nevvere darîhahû ve rahimehû rahmeten vâsiaten tasavvuf konusunda çok değerli bir irfan hazinesi ve mâlumât külliyesi teşkil eden şu Sefîne-i Evliyâ adlı muazzam eseri cem ve telif eyledi. Sa’yi meşkûr, ameli makbûl, ruhu şâd, derecâtı müzdâd olsun!
Bu kitap genel olarak tasavvuf tarihi, özellikle de Türkiye’mizin dinî ve millî kültürü bakımından çok önemli bir kaynak ve emsalsiz bir âbide mahiyetindedir. Kendisi tasavvuf konusunda yapılan ilmî araştırmalarda daima zikredilmekte ve kullanılmakta; fakat elyazmasının tek nüsha halinde bulunması, istifadenin yaygın olmasını engellemekteydi. Neşri, çok faydalı bir hizmet olacaktır.
Eserin her müslüman münevver tarafından mutlaka dikkatle okunması, her kütüphanenin en mûtenâ köşesinde layık olduğu yerini alması dileğimiz ve temennimizdir.
Allahu Teâlâ neşrinin itmam ve ikmalini en yakın zamanda ihsan eylesin. Hazırlanmasında emeği geçenleri en büyük lütuflarla taltif buyursun. Okuyanların ecri, sevabı, feyzi mezîd, dünya ve âhiretleri mâmur ve saîd olsun. Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn Muhammedini’l-emîn sallallahu teâlâ aleyhi ve âlihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn ve selleme teslîmen kesîran ilâ yevmi’d-dîn.
*