29 Şaban 1442 | 11 Nisan 2021
89CADE1A-BFD6-47AF-AA5E-7FAB6EDCDDBC
Üye Girişi
|
Üye Ol
ANA SAYFA
KUR'AN-I KERİM
Okuyun
Dinleyin
Bilgilenin
SON PEYGAMBER
TASAVVUF
Tasavvufa Dair
Yolumuzun Esasları
Hatm-i Hacegan
Evrad-ı Şerif
M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
Hayatı
Fotoğrafları
Kitapları
Sohbetleri
M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
Hayatı
İslam Anlayışı
Tasavvuf Anlayışı
Hizmet Anlayışı
Kitapları
Başmakaleleri
Sohbetleri
Fotoğrafları
Anma Programları
M. NUREDDİN COŞAN
SIK SORULAN SORULAR
Soru-Cevap
Sık Sorulan Sorular
Soru-Cevap
>
Sık Sorulan Sorular
BİDATLE İLGİLİ KONULAR
SORU: Bidat ne demektir, ehli bidat kafir midir, müslüman mıdır?
CEVAP:
Bidat, bir şüpheye istinaden Peygamber (sa.)'den varit olan sünnetin hilâfına inanmak veya onu yapmaktır. Şafiî mezhebine göre Bidat Kuran, sünnet, icma ve esere muhalif olan şeydir. İmam Şafiî (Rh) bidat ile ilgili şöyle buyuruyor: “Kuran, sünnet, icma ve esere ters düşen şey kötü bidat, bunların hiçbirisine ters düşmeyen iyi görülen şey güzel bidattir.” Mesela Şiilerin yıkamak yerine ayaklarını mesh etmeleri bidattir. Çünkü namaz farz olduktan sonra Hz. Peygamber"in (sa.) her aldığı abdestinde mesti olmazsa mutlaka ayaklarım yıkadığı ve yıkanmasını emreden çok hadisleri vardır. Ancak Şiîler, bir şüpheye istinaden ayaklan yıkamayarak meshediyorlar. Bu şüphelerinin durumu beyan etmek için abdest ayetinde yer alan "ercüleküm" kelimesinin hem mensup hem mecrur olarak okunmasını ileri sürüyorlar. Mansup okunursa vücüheküm kelimesi üzerine matuf olacaktır ve ayetin mânâsı şöyle olacaktır: "Yüzünüzü, dirseklerle beraber ellerinizi yıkayınız. Başınızı mesnediniz ve ayaklarınızı da" (yıkayınız).” Mecrur okunursa iki ihtimâli vardır, birincisi Ercüliküm, yine vücüheküm kelimesi üzerine matuf olmalıdır. Ancak cerri civar ile yani komşusu olan Ruüsiküm cerri ile mecrurdur. Ehli sünnet de bunu kabul etmektedir, ikinci ihtimal Ercüliküm kelimesi. Ruüsiküm kelimesi üzerine matuftur. Buna göre ayetin mânâsı şu olur: "Yüzünüzü, dirseklerle beraber ellerinizi yıkayınız, başınızı meshediniz, ayaklarınızı da (meshediniz)”. Görüldüğü gibi Şiîler de bunu kabul ediyor. Zayıf da olsa Şiîler için bir hüccet teşkil etmektedir.
SORU: Birçok kimse şu, bu bidattir, onu yapmak caiz değildir, diyor. Bidat nedir?
CEVAP:
Bidat lûgatta nümûnesiz ve benzevi olmayan ve sonradan uydurulan şeydir. Şeriatta ise Kuran ve sünnette yer almamış ve sonradan icat edilmiş nesnedir. Bu da hasane ve seyyi'e olmak üzere iki kısımdır. Bidati hasene, Kuran ve sünnette yer almadığı hâlde İslâm'ın genel prensiplerine uyarak beşeriyete faydası dokunan şeydir. Bidati seyyi'e ise. İslâm'ın genel prensiplerine ters düşüp beşeriyete faydası dokunmayan, bilâkis zarar veren şeydir. Başka bir yönden de bidat beş kısımdır:
1- Din ve dünya için gerekli bir şey olup vacibin hududu dahilinde olan bir şeydir. Mesela İslâm dini Kuran ve sünnete dayanır. Bunları iyice anlamak için nahiv, sarf, me'âni, bedi, beyan ve lügat gibi bilgileri bilmek lazımdır. Bunları yazmak ve öğrenmek farz-ı kifâyedir. Kurân-ı Kerîm'i bir araya getirip cem etmek de bu kabildendir. Peygamber (sa.) hayatta iken Kurân-ı Kerîm, sûre ve parçalar halinde olup bir arada değildi. Bölümler halinde ashab-ı kiramın yanında bulunurdu. Yalnız Kurân-ı Kerîm'i ezberleyip hıfz eden çoktur. Ebû Bekir'in (ra.) hilâfeti sırasında Yemâme savaşı patlak verdi. Ve bu savaşta hafızlardan yetmiş kişi şehid oldu. Bunun üzerine Hz. Ömer endişe etti. Zamanla hafızların vefat ve şehadetiyle Kur'ân-ı Kerîm'in kaybolmasından korktu ve hâlife olan Ebû Bekr'e (ra.) giderek Kurân-ı Kerîm'in bir araya getirilmesini teklif etti. Fakat Ebû Bekir, bu iş bidat olup Peygamber"in yapmadığı bir şeydir diyerek teklifi reddetti. Fakat Hz. Ömer (ra.) durumu açıkladı ve Hz. Ebû Bekir'in kalbi de münşerih olup iyi olacağına kanaat getirdi. Bunun için Zeyd bin Sâbit'i başkanlığında bir heyet görevlendirdi.
2- Küfrü gerektirmezse de Ehli Sünnet ve'l Cemâat'a muhalefet eden görüş ve amel bidattir. Bu bidat da haramdır. Mesela birçok kimse tarikat namı altında erkek kadın bir araya gelerek âyin yapar ve İslâm'ın kabul etmediği birçok gayrı İslâmî hâllerin ortaya çıkmasına vesile olur. Bu gibi hallerin tarikatla hiç ilgisi yoktur. Bidattir. Herhangi bir ibadet ve zikir için hudud çizilmiş ise onu aşmak da bidattir. Mesela teravih namazı yirmi değil fazla kılmak ve namazdan sonra teşbih, tahmid ve tekbirleri otuzüç defa değil daha fazla veya daha çok yapmak da bidattir.
3- İslâm'a ve müslümanlara hizmet etmek maksadıyla cemiyet kurmak ve Kuran kursu binasını yapmak da bidattir. Peygamber (sa.)'in zamanında böyle bir şey yoktu. Ancak İslâm ve müslümanlara faydalı ve âmeli sâlih kabilinden olduğu için sünnettir. Camiye, minber ve mihrab gibi şeyleri yapmak gereklidir. Fakat aşırı olarak onları süslemek ve israfa kaçmak doğru değildir. Peygamber (sa.)'in zamanında olmadığından mekruh ve bidattir.
5- Teşbih denilen şeyle yapılan zikirleri saymakta bidat olmakla beraber mubahtır. İmâm Şafiî (ra.) şöyle diyor Kuran, sünnet, icmâ ve ashab yoluna aykırı icat edilen şey bidati seyyiedir. Hayırlı bir şey icat edilse bidati basenedir.
SORU: Bir meselenin hükmü Kuranı Kerîm'de açıkça beyan edilmediği ve hakkında vahiy gelmediği zaman Peygamber (sa.) ne yapardı?
CEVAP:
Bir meselenin hükmü Kuranı Kerîm'de açıkça beyan edilmediği, hakkında da vahiy gelmediği zaman Ashabın görüşüne başvurduğu gibi içtihad da ederdi. Amirden rivayet edilmiştir "Peygamber (sa.) bazan herhangi bir mesele hakkında hükmünü verirdi. Sonra O'nun verdiği hükme ters düşen ayet nazil olurdu." Bundan anlaşılıyor ki bir şey hakkında vahiy gelmediği zaman Peygamber (sa.) içtihat ederek hüküm verirdi. Ancak hüküm verdiği hususta işi aceleye getirmezdi. Vahyin gelişinden ümidini kesinceye kadar beklerdi. Vahyin gelmediğini görünce içtihad ederdi. Şayet inen ayetler Peygamberin içtihadı gibi olmazsa onun mensuh olduğu kabul edilirdi. Buna bir örnek verelim Bedir Savaşında Peygamber (sa.) esir düşen kâfirler hakkında Ashabın görüşlerine başvurdu. Ebu Bekir (ra.) ileride İslâm'a girmelerinin mümkün olduğunu düşünerek, o sırada müslümanların içerisinde bulundukları maddî sıkıntıları da göz önüne alarak fidye mukabilinde serbest bırakılmalarını teklif etti. Ömer (ra.) ise bunlar küfrün başı oldukları için öldürülmelerini istedi. Peygamber (sa.) Hazreti Ebu Bekir'in düşündüğü gibi düşünerek kanaatini beyan etti. Sonra esirler fidye mukabilinde serbest bırakıldılar. Fakat akabinde Hazreti Peygamberi itap eder bir şekilde ayet indi: "Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah Güçlüdür, Hakimdir. Daha önce Allah'dan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azap erişirdi". Evet. Peygamber (sa.) içtihad ederdi, yalnız. diğer müçtehidler gibi değildir. Şayet içtihadı uygun düşmezse mutlaka ayeti kerime nazil olup içtihadı tashih ederdi.
SORU: Müslümanlar hac ve bayram gibi kutsal sayılan günler münâsebetiyle bayramlaşıp birbirlerini tebrik ediyorlar. Bunun aslı var mıdır?
CEVAP:
Bayramlaşmak hakkında sahih hadîs vârid olmamış ise de Beyhakî onunla ilgili birkaç zayıf hadîs nakletmiştir. Bunlar meşru olması için kafidir. Bunun için İbn-i Hacer gibi zevat da iyi olduğunu söylemiştir.
SORU: Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'nin Güneydoğu kesiminde ezandan sonra müezzinler, yüksek sesle salavat-ı şerife okumayı adet haline getirmişlerdir. Buna bidattir diyen olduğu gibi sünnettir diyen de vardır. Dinimizde bunun yeri nedir?
CEVAP:
Ezandan sonra salavat-ı şerife getirmek sünnettir. Peygamber (sa.) "Müezzinin sesini duyarsanız dediğini tekrarlayınız, sonra bana selat getiriniz" buyuruyor. Salavat-ı şerife getirme emri sadece dinleyene yönelik değildir, umumîdir. Bahusus salavat-ı şerife gizli olsun diye bir emir de yoktur. Ancak ne Asr-ı saadette ne de Hulefa-i Raşidin zamanında, ezandan sonra yüksek sesle salavatın okunduğu vaki olmamıştır. Yüksek sesle getirilen salavat-ı şerife adeti ilk defa Mısır'da vaki olmuştur. Salaheddin el-Eyyübî zamanında ortaya çıkmıştır. Sebebi de Alevi Kölemen hükümdarlarından birisi öldürüldüğünde kız kardeşi müezzinlere ezan okunduktan sonra maktulün oğluna selâm getirilmesini emretmiş, müezzinler de emrini yerine getirerek "Tahir imama selâm olsun" demeğe başlamışlardır. Ondan sonraki hükümdarlara da aynı şekilde selâm okunmaya devam edilmiş, Salaheddin el-Eyyübî Mısır'a hakim olunca bu işe müdâhale ederek bu bidati kaldırıp yerine Peygamber'e (sa.) salavat-ı şerîfenin okunmasını emretti.
SORU: Beş vakit namaz ile bayram namazının akabinde yapılan müsafaha (tokalaşma)nın İslâm dininde yeri var mıdır?
CEVAP:
Peygamber (sa.)'in hadîsinden anlaşıldığına ve Nevevî'nin açıkça ifâde ettiğine göre; iki müslüman bir araya gelip karşılaştıklarında ister namazdan evvel, ister namazdan sonra olsun müsafaha etmeleri sünnettir. Amma birlikte olup aynı yerde namaz kıldıkları halde namaz veya sohbet etmek münasebetiyle müsafaha etmeleri sünnet değildir, İbn'i Abdüs-Selâm, namazdan sonra yapılan ve adet haline getirilen müsafaha bidattir diyor. Hanefi ulemâsının bazıları namazdan sonra yapılan tokalaşmanın iyi olduğunu kaydediyorlar.
iskenderpasa.com
Hukuki Şartlar
|
İletişim
Yardım
|
Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu
All Rights Reserved.
Sık Kullanılanlara Ekle
|
Tavsiye Et