Aşağıda bir fıkrasını anlatacağımız Nizâmülmülk, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ünlü vezirlerinden ve müslüman Şark’ın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarındandır.
1018-1092 yılları arasında yaşayan bu değerli insan, Horasan’ın eski kültür merkezlerinden Tûs şehrine bağlı, Nukan adlı bir kasabada dünyaya geldi. Asıl adı Hasan olup babası kasabanın dihgânı yani idarecisi idi. Varlıklı ve itibarlı bir aileye mensup olduğundan iyi bir tahsil yapma imkânı buldu. Onun tahsili bizim için hayli dikkat çekici ve mânidârdır. 11-12 yaşlarında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyip hıfzını tamamladı. Kısa zamanda fıkıh ilminde temayüz etti. Edebiyat ve hitabette ileri bir seviyeye ulaştı. Kardeşi Ebulkâsım Abdullah da o zamanların ünlü fakihlerinden olmuştu.
İyi ve kuvvetli bir dinî tahsil temelinde, zamanla yüksek bir edebî kültür ve idarî kabiliyet kazanmış olan Nizâmülmülk, 1063 Miladî yılında Sultan Alparslan’ın vezirliğine yükseldi. Arada Şehzade Melikşah’a da atabek olarak siyaset ve idare işlerinde onun yetişmesine nezaret etti. Vezirliği, tahta geçmesine yardımcı olduğu Sultan Melikşah zamanında da devam ederek toplam 29 yıl kadar sürdü.
Nizâmülmülk’ün askeriye, adliye ve devlet teşkilatında yaptığı yenilik ve düzenlemeler, daha sonraki bütün İslâm-Türk devletlerine esas ve örnek olmuştur.
O, Selçuklu İmparatorluğu’nun idarî, siyasî, askeri, malî, içtimâî ve kültürel yönleri için kıymetli bir vesika mahiyetinde olan, devlet idaresi ve toplum yapısı hakkındaki kendi görüşlerini ve icraatının gerekçelerini ihtiva eden Siyasetnâme adlı, çok değerli bir eser de kaleme almıştır. Kendi sahasındaki diğer telifattan muhtevaca çok yüksek olan bu kitabın Farsça aslı birkaç defa neşredilmiş ve çeşitli Batı dillerine tercümeleri yapılmıştır. Türkçe tercümesi de vardır.
Tahsilinin ve yetişme tarzının tabii bir sonucu olarak Nizâmülmülk, İslâm dinine büyük hizmetlerde bulunmuştur. O zamanki Selçuklu İmparatorluğu’nun siyasî, dinî ve fikrî hasmı olan, bozguncu Mısır Fatımîlerine ve ülke içindeki Batınî anarşistlere karşı çalışmalar yapmış, ülke halkını sağlam ve hakiki İslâm inançları çevresinde toplamaya gayret etmiştir. O, emsalsiz idarî dehasıyla yükselmenin ancak inanç, ilim ve ahlâk ile sağlanabileceğini görmüş, huzur ve nizamı temin için gerekli kadroyu ve diğer mânevî güçleri sağlayacak olan “eğitime” önem vermişti.
Bu maksatla, başta Bağdat olmak üzere Basra, İsfahan, Nişabur, Belh, Merv, Amül ve Herat’ta kendi adıyla anılan, meşhur “Nizâmiye Medreseleri”ni açtırdı, kütüphaneler tesis etti. Tasavvufa ve erbabına ilgi gösterdi. Böylece ilmî çalışmaya ve ahlâkî terakkiye büyük hız ve canlılık kazandırdı.
İslâm âlemi bu hayırlı hamlenin feyizli meyvelerinden uzun zaman istifade etmiş; büyük alimlerin, ihlaslı bir kadronun yetişmesine, değerli eserlerin vücuda getirilmesine şahit olmuştur. Misal olarak Kuşeyrî, Gazzâlî, Abdullah-ı Ensârî, Pezdevî, Serahsî, Ebû İshâk-ı Şirâzî, Cuveynî, Şehristânî gibi dev isimleri zikredebiliriz.
Turtûşî’nin (1059-1131) Sirâcü’l-mülûk adlı eserinden öğrendiğimize göre Nizâmülmülk, medreseler ve diğer kültür faaliyetleri için sultanın hazinelerinden yılda 600.000 dinar harcamaktaydı. Bazı müzevirler durumu Melikşah’a duyurup bu para ile bir ordu teşkil edilse idi Bizans’ın başşehri Konstantîniyye’nin bile fethedilebileceğini söyleyip sultanı vezir aleyhine tahrik ettiler. Sultan çok kızdı ve Nizâmülmülk’ü sorguya çekmek için huzuruna çağırdı.
Devletin gücünü sadece maddede, asker, silah ve orduda gören o zihniyete karşı tecrübeli vezirin cevabı ne kadar zarif ve isabetlidir:
“Sultanım! Ben, esir pazarlarında satılsa beş dinar bile etmeyecek yaşlı bir kimseyim. Sen de savaşçı, güçlü bir Türk gulamı olarak satışa çıkarılsan belki 30 dinar edersin. Dünyadaki maddî değerlerimiz bu kadardır. Zevklere dalmış ve arzularına esir olmuş bulunduğundan âhirette Tanrı huzuruna taat ve ibadetlerden ziyade günah ve measî ile çıkacaksın. Düşmana felaketler yağdıran ordun seni ancak iki arşın boyu kılıçları ve 300 arşına bile erişmeyen okları ile bu kadar mesafe koruyabilir. Onlar da kusurlu ve günahkârdır, içki, oyun ve çalgıya düşkündürler. Onlar seni mânevî dert ve belalara karşı savunamazlar. Ben ise senin hem dünya hem de âhiretini düşünerek senin için bir mâneviyat ordusu kurdum. Senin ordun uykuya vardığında bu mâneviyat erleri uyanıktır; Rablerinin huzuruna saf saf dizilir, gözyaşı döker, tazarruda bulunur, ellerini Tanrı’nın yüce dergâhına kaldırırlar. Aslında sen ve senin askerlerin onların himayelerinde yaşıyor, onların dinî, ahlâkî ve irşadî çalışmalarıyla güçleniyor, onların bereketleriyle suya kavuşuyor ve çeşitli nimetlerle rızıklandırılıyorsunuz. Çünkü onların dua okları, tazarru ve niyazla tâ yedi kat göğü geçer, dergâh-ı izzete ulaşır.”
Bu sözler karşısında Melikşah çok duygulandı ve büyük vezirinin yerinde tedbirlerini takdirle karşıladı.
*