25 Recep 1442 | 9 Mart 2021
 
A257D1D7-A390-443A-A8A7-3ED77B0D1AAE
Üye Girişi | Üye Ol
  • ANA SAYFA
  • KUR'AN-I KERİM
    • Okuyun
    • Dinleyin
    • Bilgilenin
  • SON PEYGAMBER
  • TASAVVUF
    • Tasavvufa Dair
    • Yolumuzun Esasları
    • Hatm-i Hacegan
    • Evrad-ı Şerif
  • M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
    • Hayatı
    • Fotoğrafları
    • Kitapları
    • Sohbetleri
  • M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
    • Hayatı
    • İslam Anlayışı
    • Tasavvuf Anlayışı
    • Hizmet Anlayışı
    • Kitapları
    • Başmakaleleri
    • Sohbetleri
    • Fotoğrafları
    • Anma Programları
  • M. NUREDDİN COŞAN
  • SIK SORULAN SORULAR

  • Makaleler
    • İslam Dergisi Başmakaleleri
    • Kadın ve Aile Dergisi Başmakaleleri
    • İlim Sanat Dergisi Başmakaleleri
    • Panzehir Dergisi Başmakaleleri
    • İdeal Yol
Makaleler > İlim Sanat Dergisi Başmakaleleri

Bir Filmin Düşündürdükleri...



İlim ve Sanat, V, 30 (1991)

Seçimden bir önceki gece televizyonda Afgan-Rus savaşı konulu bir film gösterildi: Çelik Canavarı! Afganistan’la yakın ilişkim ve içten ilgim dolayısıyla, çok geç saatlerde olmasına rağmen merakla bekledim ve heyecanla izledim. İçinde hakiki savaş sahneleri ve dokümanter bölümler bulunmamakla beraber, Afgan halkının dramını, mücahitlerin durumunu, Rus askerlerinin duygu ve davranışlarını çok güzel ve canlı bir tarzda işlemiş, realist, didaktik ve etkileyici, sade fakat mükemmel bir film!

Olaylar, bir Rus zırhlı birliğinin teknik üstünlüğe dayanarak zavallı bir Afgan köyünü, tanklarla, modern ve gaddar silahlarla nasıl yakıp yıktığını, halkı nasıl hunharca katliam eylediğini, yaralıları tank paletleri altında nasıl vahşice ezdiğini göstermekle başlıyor.

İşini bitiren birlik, geride kan ve gözyaşı, dumanlar tüten harabe bir köy, kin ve intikam dolu dul kadınlar, perişan yetimler bırakarak çekip gidiyor. Fakat gruptan bir tank, toz duman içinde ilerledikten bir zaman sonra, yolunu kaybettiğini, yanlış bir bölgeye girdiğini fark ediyor. Köyleri yakılıp yıkılmış, akraba ve arkadaşları katledilmiş bir avuç kırık dökük mücahit, izleri takip ederek tankın peşine düşüyor. Ellerindeki basit silahlar o müthiş çelik canavarı tepelemeye yeterli değil. Filmin nefes kesen sahneleri, tanktaki personelin duygu ve korkularını, tank komutanının katı, askerce ve acımasız emirlerini, modern bir savaşın su kaynaklarını zehirleyerek, ölülerin altına bubi tuzakları kurarak... nasıl şeytanca sürdürüldüğünü, zavallı Afganlılar’ın nasıl çağdaş teknolojiden, savaş usullerinden habersiz olduklarını, nasıl sadece iman gücü ve sonsuz sabır ve tahammül kabiliyetiyle çarpıştıklarını, mazlumluk, âcizlik ve cahilliklerini çok güzel sergiliyor.

Tankın içindeki personel içinde Afgan asıllı bir asker de var. Rus komutan onu da öldürüyor. Askerin kendini savunması enteresan; diyor ki: “İdeolojinize bağlı sadık bir yoldaşım, diyalektik materyalizme inanıyorum, oğlum Moskova’da tahsil yapmakta...” ama sonuç değişmiyor, makineli tüfeğin kurşunları ile can veriyor. Münevver bir genç subay buna şiddetle karşı çıkıyor, komutanla arası açılıyor. Komutan onu da tanktan çıkarıp, kurtlar parçalasın diye vahşi kayalıklara bağlatıyor, başı altına bir bubi tuzağı yerleştirip, dehşet ve terler içinde bırakıp gidiyor.

Takipteki mücahitler bozuk bir tanksavar silahı ile tek bir mermi buluyorlar. Kayalara bağlı genç Rus subayı da görüyorlar. Başının altından yuvarlanıp kayanın dibinde patlayan bubi tuzağından sonra Afganlılar’dan Allah adına eman dilenirse hayatının bağışlanacağını öğrenmiş olan subay; böylece eman dileyip öldürülmekten de kurtuluyor. O bozuk tanksavar tüfeğini tamir ediyor ve kendisi de tank komutanından intikam almak hırsında. Bir vadide kestirme yoldan tankın önüne çıkıyorlar. Eldeki tek mermi maalesef ancak tankın top namlusunu tahrip edebiliyor. Tank kaçmaya devam ediyor. Mücahitler çaresiz, ümitsiz, perişan; çünkü avları ellerinden kaçmak üzere. Birisi ellerini göğe kaldırıp hırs ve yeis ile şöyle bağırıyor: “Allahım bizi niye terk ettin!”

Birden umulmadık bir şey oluyor: Vadinin ileri yanındaki sarp ve çürük kayalar, tank ve top mermisi sarsıntı ve gümbürtüsünden, dağ yamacından kopup aşağı yuvarlanmaya başlıyor. Tank, taşlar arasında ve altında; yakıt sızıyor, paleti bozuluyor. Mücahitler korkarak ve ihtiyatla bu çelik canavara yaklaşıyorlar, sızan yakıtı ateşliyorlar, çaresiz personel kapaklarını açıp teslim oluyorlar. Tüm zalimlik ve gaddarlıkları emretmiş olan komutan, şehitlerinin intikam ateşiyle yanan kadınların eline düşüyor. İki genç asker panik halinde dağa doğru kaçışıyorlar. Tam bu sırada gelen bir Rus helikopteri ip sarkıtıp aman dileyip hayatını kurtarmış olan subayı alıp gidiyor...

Filmdeki, “Allahım bizi niye terk ettin!” isyankâr feryadı hâlâ kulaklarımda gibi. Hâşâ, sümme hâşâ, yüce Allah mü’min kullarını terk etmez, mülkün sahibi ve kâinâtın mutasarrıfıdır, her anda ayrı bir şe’ndedir, ni’mel mevlâ ve ni’me’n-nasîrdir, yolunda cihat edenleri yardımsız bırakmaz, mücahitleri ya şehadetle taltif eder, en yüksek mertebeye erdirir, ya da az bir kuvvetle nice kalabalık düşmana karşı galip ve muzaffer eyler. Tarih boyunca hep böyle olagelmiştir.

Allah müslümanları terk etmemiştir ama maalesef müslüman halklar Allah’ı terk etmişlerdir, yani dinini terk etmişlerdir, emirlerini terk etmişlerdir, iman ve irfan yolunu terk etmişlerdir; alimlere, evliyâullaha tâbi olmayı terk etmişler; zalimlere, muhterislere tâbi olmuşlardır, âhiret saadetini kazanmayı terk etmişlerdir, dünya hayatını esas almışlardır; düşman için caydırıcı, korkutucu tedbirler hazırlamayı; silah, alet, araç, gereç yapmayı terk etmişlerdir, mal, mülk, mevki, makam, gösteriş, süs, ziynet, rahat peşine düşmüşlerdir; Allah’ın istediği birlik ve beraberliği terk etmişler, tefrikaya, rekabete, buğz ve adavete düşmüşler, hilafeti terk etmişler, emperyalistlere uydu küçük küçük saltanatlar haline, hain ve kukla idareler haline gelmişlerdir. Mü’minin mü’mine yardım prensibini terk etmişler, sevgi ve şefkati unutmuşlar, düşmanları dost edinmişler, dostları düşman tutmuşlardır; ilmi, keşifleri, icatları, teknolojiyi ciddi takip etmemişlerdir; emr-i mârûf nehy-i münkeri, malıyla, canıyla cihadı

terk etmişlerdir, İslâm’ın iki cihan saadetini sağlayan, hayata nizam kazandıran, düzen ve intizam veren, ölüyü dirilten, çölü yeşerten, karanlığı ışıtan yüce prensiplerini terk etmişlerdir...

Hem de nice yıllardan, hatta asırlardan beri terk etmişlerdir de ulu Allah yine onları hemen kahır ve mahvetmemiş, bilakis affetmiş, bunca uzun zaman onlara fırsat ve mühlet tanımıştır.

Gerçekte müslümanların bugünkü perişanlıklarının kökleri, dinlerinin asıl ve esaslarını unuttukları, alabildiğince dünya zevklerine daldıkları eski zengin ve müreffeh imparatorluk zamanlarına kadar gider. Bugünkü acı ve ızdıraplar, o iyş u nûş demlerinden, o şarkı, türkü ve gazel âlemlerinden, o dansöz ve rakkâselerden, o hânende ve sâzendelerden, içkilerden, meyhânelerden, kadın-kız ve oğlan zevkperestliklerinden, ihmallerden, tembelliklerden, sorumsuzluklardan, düzensizliklerden, rüşvetlerden; iltimaslardan, ehliyetsizliklerden, körü körüne itaat ve taklitçiliklerden... gelir. O zamanlar güle güle günah işleyen ümmet, bugün ağlaya ağlaya ceza çekiyor. Çünkü dinlerini ve Allah’a itaati unutanlar, dünya ve âhirette hor ve zelil, fakir ve hakir, hâib ve hâsır, pişman ve perişan olurlar. Bu bir ilahî kanundur. İhmal edilen ödev ve görevler bir çığ gibi büyüyüp o tembel ve ihmalkâr toplumları ezer geçerler. “Allah kullarına zulmedici değildir. Lakin kullar kendi nefislerine zulmederler.”

Avrupa coğrafî keşiflerle dünyayı zapt etmiş, zenginleşmiş, ülkeler, sömürgeler, mallar, mülkler, sonsuz imkânlar kazanmıştır. Batılılar menfaatleri gerektirdiği zaman derhal birlik ve beraberlikler tesis ederler, haçlı seferleri böyle yapılmıştır. Bin bir ırktan müteşekkil Amerika 50 devleti birleştirmiş, koskoca bir güç oluşturmuştur. Rus ve Çin tehlikelerine karşı NATO, CENTO, SEATO... gibi paktlar kurulmuştur. Şu günlerde Avrupa, 350-360 milyonluk bir siyasî ve ekonomik güç ve birlik kurma yolundadır. Böylece ABD’nin baskı ve vesayetinden kurtulmayı, Doğu Avrupa’yı hatta hıristiyan Rus devletçiklerini de içine alacak dev bir kuruluş haline gelmeyi tasarlamaktadır.

Peki, bütün bunlara karşılık müslümanlar nerede; İslâm âleminin siyasî ve ekonomik birliğini kim sağlayacak; bu ümmeti ezilmekten ve sömürülmekten kim kurtaracak? Müslüman milletleri ilerletecek, yüceltecek aydınlar, alimler, filozoflar, kâşifler, mucitler, yöneticiler, halis-muhlis idealist uzman kadrolar nerede?

Onları şiddetle özledik ve derin hasretle beklemekteyiz.

*


iskenderpasa.com Hukuki Şartlar | İletişim Yardım | Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu All Rights Reserved. Sık Kullanılanlara Ekle | Tavsiye Et