Bu sefer size, dünyanın uzak bir köşesinden sesleniyoruz sevgili okuyucular! 5. kıta Avustralya’dan; renk renk çiçekli süs bitkilerinin, okaliptüs ağaçlarının; kanguru, merinos, posum, koala gibi hayvanların; tek katlı bahçeli evlerin, yeşilliklerin, çiftliklerin yanı sıra çöllerin, korkunç kuraklıkların, hortumlu fırtınaların ülkesinden. Buradan sizlere gönüller dolusu hasretli sevgiler, içten selamlar...
Elhamdülillah kuşlar gibi havada uçtuk; ülkeler, denizler, okyanuslar aştık, buradaki müslüman kardeşlerimize ulaştık.
Müjdeler olsun ki çok şükür ki dünyamızın hiçbir diyarı ezan sesinden, iman şulesinden mahrum değil. Fakat bizler, dışımızdaki dünyayı, geniş ülkeleri, kıymetli imkânları çok ihmal etmişiz. Din kardeşlerimizden, dostlarımızdan, hayranlarımızdan uzak ve gafil kalmışız. Halbuki ecdadın, müslüman Türkler’in buralarda ne kadar büyük itibarı var bilseniz!
Eski müslümanlar buralara nice asırlar önce Avrupalı seyyah ve kâşiflerden çok evvel gelmişler, İslâm’ı yer yer tebliğ ve talim etmişler; hatta Avustralya’nın siyahi yerlileri olan Aborijinler (Vahiler) arasında bile % 10 kadar müslüman tespit edilmiş.
Bugün 16 milyon nüfuslu Avustralya’da çok çeşitli milletlerden 250.000 kadar müslüman yaşıyor; bu, Arnavut, Boşnak, Arap, Türk, Pakistanlı, Malezyalı, Hintli, Çinli, İngiliz, Avustralyalı... kardeşler camiler yapmış, İslâm dernekleri kurmuş, federasyon tesis etmiş, okullar açmış. Bunların içinde Kıbrıslı ve Batı Trakyalılar’la birlikte 80.000 kadar Türk bulunuyor.
Yabancı diyarlardaki bu kardeşlerimizi tetkik ettiğimiz zaman görüyoruz ki İslâm dini bizim benliğimizin, şahsiyetimizin ana mayası; varlığımızın ve bekamızın temel şartı. İslâmca yaşamayanlar bir nesil içinde benliğini kaybediyor, o yabancı kültürün içinde eriyip yok oluyor. İslâm’dan yoksun kalınca faziletlerini, faziletten yoksun kalınca da bütün itibarlarını yitirip milletimiz için yüz karası haline düşüyorlar.
İslâm’ın en asil, en dinamik, en mükemmel ve en modern din olduğu artık gün gibi âşikâr. Asrımızın ilimde, teknolojide, filozofide en ileri olan ülkelerinde yetişmiş bilginler ve araştırıcılar, derin incelemeler ve köklü mukayeseler sonunda fevc fevc İslâm’a koşarlarken, bizim sahip olduğumuz bu hazineyi elden kaçırmamız dünya ve âhirette en büyük hüsrana sebep olacaktır. Hem vefalı ve sadık, şuurlu ve idealist müslümanlar olmalı, dinimizi çok iyi öğrenmeli; hem de artık kabuğu kırarak dış dünyaya açılmalı, bizi seven ve sayanlarla sağlam alâkalar kurmalıyız; varlığımızı sürdürme ve üstün başarılara ulaşmamız bunlara bağlı görünüyor.
Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol!
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.21
*