Yeni bir takvim yılı başlamışken, kendi kendimize sorular sorup cevaplarını araştıralım:
Soru: Yeryüzündeki insanlar içinde derdi en çok olanlar kimler?
Cevap: Müslümanlar! Çünkü dünyanın, yaşam ve geçimin çilelerini öteki insanlar gibi eşit olarak çeker dururken, bir de âhiretin tasasını yüklenmiş, dert edinmişlerdir. Ayrıca, Allah müslümanları çeşitli bela ve mihnetlere tâbi tutar, imanını ve sadakatini imtihan eyler. Dünyada müslümana rahat yoktur; bu âlem mü’mine zindan, kâfire cennet gibidir. Mü’min; malı, ailesi, canı... konusunda çeşitli sıkıntılara uğratılır, kâfirler ise müreffeh bir hayat yaşar, sefa sürerler. Üstelik mü’min imanından gelen kardeşlik duygusu ile başka mü’minler için de acı çeker; yeryüzünün neresinde bir müslüman bir zulme uğrasa, –tek bir vücudun uzuvları gibi– onun için üzülür; tatlı lokması acılaşır, boğazında düğümlenir kalır.
Soru: Yeryüzündeki insanlar içinde hasmı, düşmanı en çok olanlar kimler?
Cevap: Müslümanlar! Çevrenize zekice bakınız: Dünya çapında sinsi bir plan gereği, her ülkede şer kuvvetleri ittifak etmiş ve müslümanların üzerine çullanmışlardır. Gizli merkezler, anti-İslâm güçleri organize etmekte, karşı grupları müslümanlara karşı kışkırtmaktadır. Zavallı ve mazlum müslüman halklar, azınlık oldukları ülkelerde hiçbir insanî hakka sahip değildir, fecî şekilde ezilmekte, horlanmaktadırlar. Çok gariptir ki çoğunlukta oldukları ülkelerde de tam mânasıyla hür değillerdir. Ekseriya başlarına emperyalistlerin uşağı, maşa veya kukla, satılmış kişiler çöreklenmiş, onlara göz açtırmamaktadır. Zulüm, menfaat ve istismar çeteleri bütün dikkatlerini müslümanlara çevirmiş nöbet beklerler, türlü şeytanî tedbiri alırlar, ta ki mü’minler uyanıp silkinmesin, haklarına sahip çıkmasın, sömürüyü engellemesin. Allem eder, kallem eder, bazı gafil müslümanları da kandırarak, cambaz gibi yürümeyi, hacıyatmaz gibi ayakta kalmayı, üste çıkmayı başarırlar.
Bunca dış düşmanın yanı sıra müslümanın bir yığın da mânevî iç düşmanı vardır. Aslında müslümanı, bu iç düşmanlar şuursuz ve mantıksız düşürmekte, dış düşmanlara zebun ve mağlup duruma getirmektedir. Bunların en önemlileri, iman zaafı, gaflet, tembellik, cehalet, şeytana tebaiyyet, hırs, nefsaniyet, enaniyet, hubb-i dünyâ, hubb-i câh, hubb-i riyâset nisyân-ı âhirettir.
Soru: Yeryüzündeki insanların çalışmaya en çok mecbur olanları kimler?
Cevap: Müslümanlar! Çünkü düşmanları çoktur, onları kuşatmışlar, yok etmeye, eritmeye uğraşmaktadırlar. Üstelik bu düşmanlar ilim ve fende, alet ve imkânlar bakımından üstünlük sağlamış, müslümanlardan bariz bir şekilde ileri gitmişlerdir. O halde müslümanlar hem maddî ve dünyevî yönden didinmek, hasımlarla yarışmak ve onları geçmek zorundadır hem de ibadet ve taat eylemek, salih ameller işlemek, hayırlar yapmak için geceyi gündüze katarak mânevî ve uhrevî yönden çalışmak zorundadır.
Soru: Yeryüzündeki insanlar içinde ilme en çok ihtiyacı olanlar kimlerdir?
Cevap: Müslümanlar! Çünkü ilim, müslümanın hem dünyası hem de âhireti için gereklidir. Cahillikle, Müslümanlık dahi yürümez. İlmen kalkınmadan ne maddî ne de mânevî gelişme ve kalkınma sağlanabilir.
Hasımlar müslümanlara doğrudan doğruya saldırıp savaştıkları gibi dolaylı dolambaçlı yollarla da hücum etmektedir. Ortada korkunç bir kültür savaşı vardır. Karşıdakiler müslümanları kültür yönü ile de yenmeye, asimile etmeye, kendisine bağımlı ve köle haline getirmeye çalışmaktadır; bu iş için muazzam meblağlar ayırmakta, yatırımlar yapmakta; üniversiteler, kolejler kurmakta, ansiklopediler, kitaplar yazdırmakta, gazeteler, dergiler çıkarmakta, kapı kapı dolaşacak misyoner kadroları kurmaktadır.
Bunların karşısında zayıf fertler, şuursuz halk kitleleri tutunamaz; bu, devletler çapında büyük bir mücadeledir, müslümanların ferdî değil toplu çalışmasını, organize olmasını gerektirir.
Küfrün saldırısında müslüman, karşı tedbirleri alamazsa; en aklî, en modern, en kuvvetli deliller ve vasıtalarla kendini savunamazsa, ailesini, çocuğunu bile düşmana kaptırır, hatta kendini kaybeder, mezhebini, meşrebini yitirir, feleğini şaşırabilir.
Onun için gece gündüz ilme çalışmak; hem dünyayı hem âhireti, hem Garb’ı hem Şark’ı, hem iyiyi hem kötüyü, hem dostu hem düşmanı gayet iyi bilmek ve tanımak gerekir.
Soru: Bunca menfî şartlara rağmen, yeryüzündeki insanların en garantili, en kârlı, en sağlam durumda olanları kimlerdir?
Cevap: Müslümanlar! Çünkü doğru yolda, sırât-ı müstakîmdedirler. Rablerinin razı olacağı din, temiz ve mâkul bir inanç üzeredirler. Değil mi ki o yüce imana sahiptirler... Ölseler ne gam! Her hâlükârda kârlıdırlar. Musibete uğrasalar sabredip sevaba erer, nimete ulaşsalar şükredip ecir kazanırlar. Sa’âdet-i dâreyn onlarındır. Rûhen temiz, fikren safî, kalben müsterih, bedenen dinç, aklen zinde, vicdanen rahat, vücutça sıhhatli, ailece mutlu, komşulukça muhabbetli, cemiyetçe huzurlu, devletçe güçlü yaşarlar. Harp çıksa ölseler şehit, kalsalar gazi olurlar; yenseler muzaffer, yenilseler mağfur olurlar. Ölünce cennete girer, cennette cemalullaha ererler, yani evvel Allah müslümanın sırtı asla yere getirilemez, has halis müslüman olduğu müddetçe kimse onu zarara uğratamaz. Cahil ve gafillere, yalan ve yanlış yol yolcularına, deni dünya ehline gelince; o zavallılar eğer batıldan dönüp hakka gelmezler, hidayete ermezlerse hasire’d-dünyâ ve’l-âhire olacaklar, sonsuz ve ebedî hüsrana uğrayacaklardır.
Ne mutlu müslümanlara, İslâm uğrunda cihad eden ve insanlığa hayır üretenlere!
*