3 Ramazan 1442 | 15 Nisan 2021
 
89CADE1A-BFD6-47AF-AA5E-7FAB6EDCDDBC
Üye Girişi | Üye Ol
  • ANA SAYFA
  • KUR'AN-I KERİM
    • Okuyun
    • Dinleyin
    • Bilgilenin
  • SON PEYGAMBER
  • TASAVVUF
    • Tasavvufa Dair
    • Yolumuzun Esasları
    • Hatm-i Hacegan
    • Evrad-ı Şerif
  • M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
    • Hayatı
    • Fotoğrafları
    • Kitapları
    • Sohbetleri
  • M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
    • Hayatı
    • İslam Anlayışı
    • Tasavvuf Anlayışı
    • Hizmet Anlayışı
    • Kitapları
    • Başmakaleleri
    • Sohbetleri
    • Fotoğrafları
    • Anma Programları
  • M. NUREDDİN COŞAN
  • SIK SORULAN SORULAR

  • Soru-Cevap
    • Sık Sorulan Sorular
Soru-Cevap > Sık Sorulan Sorular

ALIŞVERİŞLE İLGİLİ KONULAR



 

SORU: İslâm dininde alışveriş ile ticaretin yeri ve değeri nedir?
CEVAP: İslâm dini insanın hem maddi, hem de manevî yönüne itina gösterip, ikisinin arasında sağlam bir denge kurmaktadır. İnsanın manevî yanı için gıda mesabesinde olan ibâdetleri emrettiği gibi maddi yönü için temel teşkil eden ticaret, sanat, tarım ve benzeri şeyleri de emretmektedir. Yüce Allah, Kufân-ı Kerîm'de ticaret ve alışveriş hakkında şöyle buyurmaktadır: "Allah satışı mubah ribayı haram kılmıştır".
Başka bir âyette de şöyle buyurmaktadır: "Ey mü'minler, cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah'ı anmaya (namaza) koşunuz ve alışverişi bırakınız. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz". Peygamber (sa.) de ticaretle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Günahların öyleleri var ki, geçimi sağlamak için sarfedilen gayretten başka bir şey onları silemez". Bir başka hadîste de şöyle buyrulmaktadır: "Doğru tüccar kıyamet günü sıddık ve şehitlerle birlikte haşrolunacaktır" (Tirmizî). Görüldüğü gibi ticaret geçim kaynağı olduğu kadar büyük ve anlamlı bir ibâdet biçimi olarak da müslümanın hayatına girmektedir.
Burada şunu ifâde etmeden geçemeyeceğim: Namaz ve oruç gibi ibâdetlerin şart, farz, sünnet ve yasaklan olduğu gibi alışveriş ile ticaretin de sari adap ve yasakları vardır. Nasıl ki namazın şart, farz, sünnet ve yasaklarını öğrenmeden namaz kılmaya kalkışmak anlamsız ve günahsa, alışveriş ile ticaretin de farz, şart, adap ve yasaklarını öğrenmeden böyle bir işe kalkışmak da aynen böyle günah ve haramdır. Bunun için Hz. Ömer (r.a) halife iken çarşı ortasında birçok kimseyi cezalandırıp şöyle demiştir: "Alışveriş usulünü bilmeyen kimse çarşı ve pazarlarımızda alışveriş yapmasın. Çünkü farkında olmadan faize girebilir". Hiç şüphesiz bu uygulama bize ticaret ile alışverişin şart, farz ve adabını öğrenmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Şimdi sırasıyla ticaret ve alışverişin şart, farz, adap ve yasaklarını açıklamaya çalışalım.

 
ALIŞVERİŞİN RÜKÜN VE ŞARTLARI
Alışverişin rükünleri altıdır: Satıcı, alıcı, satılacak şey, semen /bedel, satıcının icâbı ve alıcının kabulü. İcab ve kabulün şartları vardır:
a-İcâb ve kabulün birbirine arka arkaya olması. Yani aralarında uzun bir fasılanın bulunmaması gerekir.
b-İcab ve kabulde tatabuk olmasıdır. Yani birisi bu malı beş bin liraya sattım derken müşteri de bunu dört bin liraya senden aldım demesi halinde satış akdi geçersizdir. Yani akit sahih değildir.
c- İcab ve kabulün inşayı ifâde eden mazi -geçmiş- veya hal sığası ile olması gerekmektedir.
ç-Şartlı olmamasıdır,
d-Muvakkat olması,
e-İcab ve kabul arasında yabancı bir sözün geçmemesi.
İcab ve kabul söz ile olabileceği gibi yazı ile ve dilsizin işareti ile de olabilir. Ancak Hanefî mezhebinde sahih kavle ve Şafiî mezhebinde de bazılarının görüşüne göre muatat ile de alışveriş münakit olur. Yani bir söz söylemeden müşteriye satılık şey, satıcıya da bedelinin verilmesi halinde satış tahakkuk etmiş olur. Böylesi bir akit caiz olmuş olur.
Satıcı ile alıcıda aranan şartlar ise beş kısma ayrılır:
1-Akıl sahibi olmak,
2-Baliğ olmak. Binaenaleyh akil ve baliğ olmayan kimsenin alışverişi sahih değildir. Yalnız Hanefî mezhebinde mümeyyiz olan bir çocuğun yaptığı alışveriş velisinin izni halinde caizdir. İzin verilmemişse alışverişin caiz olabilmesi velisinin kabulüne bağlı kılınmıştır. Eğer veli bu alışverişi kabul ederse caiz; etmezse caiz değildir.
3-Reşit olması. Şayet alıcı veya satıcı reşit değillerse alışveriş velinin kabulüne bağlıdır.
4-Malına haciz konulmamış olması. Malına haciz konulmuş birisinin malını satması veya onunla bir şey satın alması sahih değildir.
5-İstekle olmalı.
Malını satmak istemediği halde zor kullanılarak ve baskıyla malının sattırılması caiz değildir ve böylesi bir satış sahih değildir. Ancak Hanefî mezhebine göre baskıyla ve zor kullanılarak yapılan satışlar da caiz ve sahihtir. Yani böylesi bir satış batıl değildir. Ne var ki istenirse geri çevirmek hakkına sahiptir. Bir kimsenin imkânı olduğu halde zimmetindeki borcunu vermezse hakim zorla malını satabilir, bu takdirde geri çevirme imkânına da sahip değildir.
Yalnız Gabn-ı fahiş ile yapılan satış fasittir. Üzerinde akit yapılan şeyde de beş şart aranır:
a-Tahir olması. Yani necis olmaması gerekir. Peygamber (sa.) şöyle buyurmaktadır: "Allah içki, leş, domuz ve putların satışını yasakladı". Ancak Hanefî mezhebinin ulemâsı tezek ve bazı faydaları bulunan necis yağların satışına cevaz vermişlerdir.
b-Kendisinden istifâde edilebilir bir şey olması. Dolayısıyla faydası olmayan haşarat ve yırtıcı hayvanların satışı caiz değildir.
c-Selem müstesna satıcı ile alıcının aynını, miktarını ve vasfını bilmesi gerekir. Ancak Hanefî mezhebi aynının bilinmesini şart koşmamaktadır.
ç-Akdin mülkiyetinde bulunması veya tasarruf için kendisine izin verilmiş olması. Bunun için vakıf gibi veya başkasına ait olan malı izinsiz satmak caiz değildir.
d-Kolaylıkla teslim edilmesinin mümkün olması. Binaenaleyh denizdeki balıkları ve havadaki kuşları satmak caiz değildir.

 
AKDİN İCAP VE KABULLERİ:
İcap ve kabulün beş şartı vardır:
1-Aralarında uzun bir fasılanın bulunmaması,
2-Yabancı bir sözün araya girmemesi,
3-Her iki sözün, yani alım ve satım için aynı meblağ üzerinde mutabakata varılması,
4-İçinde talik -şart- bulunmaması,
5-Muvakkat olmaması.

 
ALIŞVERİŞİN ŞARTLARI: 
Alışverişin sıhhat şartları on kısma ayrılır:
1-Satılık şey ile bedelinin bilinmesi,
2-Tesliminin mümkün olması,
3-Aldanmaya yol açacak bir şartın öne sürülmemiş olması. Meselâ akid anında bile gebeliğin tesbit edilmesinin imkânsız olduğu bir devenin gebeliğini şart koşmak gibi.
4-Akdin gerektirmediği bir şartı koşmamak. Meselâ dikmek şartıyla tüccarından kumaş almak caiz değildir.
5-Tarafeynin rızasıyla olması.
6-Vadeli ise vade zamanının bilinmesi. Vade zamanı belli olmayan bir alışveriş caiz değildir.
7-Bedelin miktarının bilinmesi. Bedeli bilinmeyen bir şeyin satışı sahih değildir. Meselâ şu kitabı, şu kalemi sattım demek, bedeli tayin edilmeyinceye kadar caiz değildir.
8-Rebeviyatta aynı cinsten birbiriyle satılan iki şeyin eşitliğinin kesin olarak bilinmesi.
9-Her ikisinin kabzedilmesi.
10-Murabaha, tevliye ve vadiada bedelin yani para miktarının bilinmesi.

TİCARET VE ALIŞVERİŞİN ADABI:
1-RifaaMan rivayet edilmiştir: "Peygamber (sa.) ile birlikte camiye gittik, alışveriş yapan bazı kimseleri görünce onlara hitaben şöyle seslendi: "Ey tüccarlar!" Tüccarlar başlarını çevirip bakışlarını kendisine yöneltince buyurdu ki; "Allah'a itaat ediniz, iyilik eden ve doğru söyleyen kimse müstesna bütün tüccarlar kıyamet günü facir ve günahkâr olarak diriltileceklerdir" (Tirmizî)
2-"Alıcı ve satıcı birbirlerinden ayrılmadıkça akdi bozmak hususunda serbesttirler. Alıcı ile satıcı -alışverişlerinde- doğrusunu söyleyip, durumu olduğu gibi açıklasalar alışverişleri bereketli olur. Yalan söyleyip satılık şey ile bedelinin durumunu gizleseler alışverişin bereketi gider." (Buharî-Müslim)
3-"Satarken ve satın alırken ve haklarını isterken müsamahakar olarak davranan kimseye Allah rahmet edip ihsan etsin." (Buharî-Tirmizi)
4-"Allah Teâlâ durumu sıkışık olan kimse için süre tanıyan veya alacağından vazgeçen kimseyi kıyamet günü gölgesinden başka gölge bulunmayan Arş'ın gölgesinde bulundurur." (Tirmizî)
5-“Bir kimse, bir müslümanın bozulmasını istediği akdi bozup onu affederse Allah da onu affeder."
Yukarıda zikrettiğimiz hadîslerden sırası ile şu dersleri çıkarmamız mümkündür:
1-Ticaret, İslâm'a uygun olarak icra edildiğinde ibâdet sayıldığından ticaret yaparken Allah rızası göz önünde bulundurulmalıdır. Ticaret insan hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Herkes doktor veya mühendis olmak zorunda değildir. Buna rağmen herkesin alışveriş yapmak zorunda olduğu muhakkaktır. Çiftçi ürününü, sanatkar eserini, doktor kabiliyet ve hünerini, eczacı ilaçlarını satmağa mecburdur. Aynı şekilde her insan evine yiyecek, içecek ve giyecek gibi şeyleri almak ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamak üzere alışveriş yapmak zorundadır. İşte bütün bu ihtiyaçların giderilmesinde tüccar büyük bir hizmeti ifa etmektedir. Güvenilir tüccarın kıyamet günü şehit ve sıddıklarla birlikte haşrolunmasındaki sır burada yatmaktadır.
2-Tüccarın doğru olanı söylemesi, haktan ayrılmaması ve yalanı bir kenara bırakması lazımdır. Satılık şeyin kalitesi düşük olduğu halde kalitesi yüksektir demek ya da satışa arzedilen mal yerliyken onu ithal malı diye takdim etmek, yalan ve gerçek dışı beyânlarla malın gerçek mâhiyetini saklamak ağır bir suç ve büyük bir günahtır. Böylesi bir davranış ağır bir cezayı gerektirmektedir. Bu ve benzeri yalan beyânlar Resûlüllah'ın fasık ve tacir olarak haşrolunacaklarını belirttiği tüccarlardan sudur edebilir. Ancak Allah'a itaat edip, ihsan eden ve doğru söyleyen kimseler bunun dışındadır.
3-Tüccarların hoşgörülü ve müsamahakâr olmaları gerekir. Tüccar olan kimse kendisiyle alışveriş yapan kimseye karşı yumuşak olmalı ve kaba davranışlardan sakınmalıdır. Bir şey satarken, bir şey satın alırken veya hakkını isterken haşin davranmamalıdır. Doğruluk, dürüstlük, ahde vefa ancak güzel ahlâk, güzel muamele ve hoşgörüyle süslenebilir.
4-Tüccar olan kimse alışveriş yaparken bir şeyler kazanmaya dikkat etmelidir. Zaten ticaretten maksat, insanların ihtiyaçlarını karşılamanın yanında bir de kazanç sağlamaktır. Ancak bu kazanç hiç bir tüccara müşterisini yıkmak ve kandırmak hakkını vermez. Bu konuda hassasiyet göstermelidir. Çünkü bir kimse kendi nefsine arzu ettiği bir şeyi mü'min kardeşine arzu etmedikçe tam manâsıyla imân etmiş olamaz.
5-Müşteri yapılan akidden dolayı pişmansa, tüccar söz konusu akdi bozup müşterisinin sıkıntısını gidermelidir.
6-Verecekli olan kimsenin durumu müsait değilse borcunu silmek veya bir kısmını bağışlamak ya da söz konusu borcu ertelemek suretiyle ona yardımcı olmalıdır. Çünkü sıkıntılı bir insana yardım edip sıkıntısının giderilmesi hususunda yardımcı olan birisine de Allah yardım ederek kıyamet gününde sıkıntısını giderecektir.
7-Bir şeyi vadeli olarak satın alan kimse tam zamanında borcunu ödeyip sözünü yerine getirmelidir. Borcunu zamanında ödemeyen kimse zâlim sayılır ve ağır cezaya müstahak olur.

TİCARET VE ALIŞVERİŞİN YASAKLARI:
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
1-"Temin metaın satışını sağlar, fakat bereketini giderir" (Buhâri-Müslîm).
2-"Alışverişte çok yemin etmekten sakınınız" (Müslim).
3-İbn'i Ömer'den rivayet edilmiştir: "Adamın biri Resûlüllah'a alışverişte çok aldatıltığını söyledi. Bunun üzerine Peygamber (sa.) kendisine buyurdu ki: "Alışverişte bulunduğun zaman "aldatma olmasın" diyerek karşı tarafa bildir."
4- Peygamber (sa.) buğday satan bir adama vardı ve kendisine "bunu nasıl satıyorsun?" diye sordu. O da fiatını söyledi. O sırada kendisine elini buğdayın içine sokması için vahiy geldi. Peygamber (sa.) elini içine sokunca yaş olduğunu gördü. Bunun üzerine Peygamber (sa.) şöyle buyurdu: "Bizi aldatan bizden değildir" (Müslim-Ebû Davud).
5-Peygamber köpek, zina parasından ve kahinin ücretinden nehy etmiştir (Buhâri-Müslim-Ebû Davud).
6- Cabir diyor ki: Mekke fethinde Peygamber'in şöyle söylediğini duydum:"Allah ile Resulü içkinin, leşin, domuzun ve putların satışını yasaklamıştır" (Buhâri-Müslîm).
7-"Peygamber (sa.) Cenâb-ı Hak'dan şunu nakletmiştir: "Kıyamet günü üç kişinin hasmıyım. Benim namıma söz verip de sözünü yerine getirmeyen, hür bir kimseyi satıp da parasını yiyen ve işçi çalıştırıp da ücretini vermeyendir" (Buhâri).
8-"Hiç bir kimse mü'min kardeşinin satışı üzerine satış yapmasın ve mü'min kardeşinin nişanlandığı kadınla nişanlanmasın" (Buhâri-Müslim).
9-"Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar ellerine geçenin helal mi haram mı olduğunu düşünmeyeceklerdir" (Buhâri-Nesaî).
10-Cabir'den rivayet edilmiştir: "Allah'ın Resulü riba yiyene, yedirene, katibine ve şahitlerine lanet etmiştir."
11-"Fiyatının artmasını bekleyerek kırk gün bir yiyeceği ihtikâr edip alıkoyan bir kimse Allah'dan beri olmuş, Allah da ondan beri olmuştur."
12-"İhtikarda bulunan kul ne aşağılık bir kuldur. Allah ucuzluk getirirse üzülür, pahalılık getirip fiyatları yükseltirse sevinir" (Beyhakî).
13-"Bir kimse müslümanların yiyeceği şeyleri ihtikâr edip hapsederse, Allah cüzzam ve iflas ile onu cezalandıracaktır."
14-Ebû Katade'den rivayet edilmiştir: "Birisi dedi ki: Ey Allah'ın Resulü, bana söyler misin, sabredip mükafatımı sırf Allah'dan istediğim ve kaçmadığım halde Allah yolunda öldürülürsem günahlarım bağışlanacak mı? Peygamber (sa.) cevaben: "Evet" dedi. O adam gidince Peygamber (sa.): "Evet günahları bağışlanacaktır, ama borçları müstesna, Cebrail böyle söyledi dedi." (Müslim)
15-“Borçlu olan kimse borcuna karşı rehindir. Kıyamet günü yalnızlığından dolayı Allah'a şikâyet edip yalvaracaktır."
16- "Bir kimse kibir, hıyanet ve borçtan arınmış olarak ölürse cennete girecektir" (Tirmizî-İbn'i Mace).
17-"Peygamber (sa.) ölçü ve tartı sahiplerine dedi ki: Sizden önceki ümmetlerin helakine sebep olan iki şey sizlere verilmiştir.”
18-"İyne alışverişini yaparak sığırın kuyruğuna yapışırsanız ve ekine rıza gösterip cihadı terk ederseniz Allah sizi zillete duçar kılar ve dininize dönmedikçe onu üzerinizden kaldırmaz" (Ebû Davud).
Yukarıda zikrettiğimiz hadîsler alışverişte yasak olan şeyleri dile getirmektedirler. Bu hadîslerin altında ticaret ve alışverişte yasak ve haram olan şeyleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Alışverişte yalan olsun doğru olsun gereksiz yere sırf satış işini gerçekleştirmek için yapılmış olan yemindir. Yemin ticaretin oluşmasına ve kazancın artmasına sebep de olsa bereketin kalkmasına yol açar. Allah ismini gelişi güzel ve basit bir takım amaçlarımız için kullanmak doğru değildir. Yüce Allah'ın esma ve sıfatlarını ticarî bir meta şeklinde kullanmak bir müslümana yakışmayan hal ve hareketlerdir. Hele yemin yalan olursa cehennemde sürünmeye sebebdir.
2-Alışverişte başkasını aldatmaktır. Aldatma işi insana, hele müslümana yakışmayan bir davranıştır. Bunun için Peygamber (sa.) pazarı gezerken ve bir bakıma kontrol ederken buğdayını ıslatan satıcıyı gördüğünde; "Bizi aldatan bizden değildir" diyerek hile ve aldatma yoluna tevessül eden kişinin İslâm dairesinden uzak olduğuna işaret etmiştir.
3-Serveti meşru olmayan kimselerle alışveriş yapmaktır. Meselâ bir kimse içki, kumar ve zina gibi dinen yasak olan bir şey aracılığıyla servet biriktirmişse onu boykot edip onunla alışveriş yapmamak gerekir. Çünkü elindeki servet haramdır ve kendisine ait değildir ve ammenin hakkıdır. Yani İslâm kurallarına göre sahibi belli olmayan mal kamulaştırılmalıdır. Peygamber (sa.) buna işarette bulunarak zani ile kahinin parasını yasaklayıp, ona yaklaşılmamasını emretmiştir. Peygamber (sa.) aynı zamanda içki, leş, domuz ve putların satışını da yasaklamıştır.
4-Alışverişte hiyanet edip verilen sözü yerine getirmemektir. Herhangi bir hususta verilen söz her ne pahasına olursa olsun yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Müslüman yerine getirebileceği şeyin sözünü vererek şahsiyetini ortaya koymak mecburiyetindedir. Ahde vefa ticaret ve alışveriş hayatımızda daha büyük bir önem taşımaktadır. Sözünü yerine getiremeyen bir tüccar veya müşteri karşılıklı olarak büyük zararlara uğramakta, böylelikle hem maddî ve hem de büyük ve telafisi mümkün olmayan manevî kayıplarla karşı karşıya gelinmektedir. Hulfül vaad'de bulunmak yani sözü yerine getirmemek, nifakın alameti olduğu gibi Allah'a düşman olmağa sebeptir.
5-Alışveriş yapan kimse kendi işine itina gösterdiği gibi başkasının işine de itina göstermemektir. Kendi çıkarı için başkasının zararına sebebiyet vermektir. Başkasının zararı üzerine kurulan ve elde edilen kazanç ve kârın hiç bir hayrı ve bereketi yoktur. Meselâ, iki veya üç güne kadar muhayyer olduğuna göre, geri çevir sana aynı malı daha ucuza vereyim, ya da satın aldığın şey güzel değildir, geri çevir sana daha güzelini vereyim, diyerek satıcının işini bozmak gibi davranışlar İslâm'ın hoş karşılamadığı davranışlardır. Ancak müşteri kendisiyle istişarede bulunup ve gerçekten ortada bir mağduriyet varsa akdi bozmak hususunda kendisine nasihatta bulunmasında bir sakınca yoktur.
6-Riba muamelesinde bulunmaktır. Ribanın haram oluşu Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet ve İcma-ı Ümmet'le sabit olmuştur.
Riba iki çeşittir: a-Borçtan doğan ribadır. Bu tip riba cahiliyette Araplar arasında çok yaygındı ve Kur'ân-ı Kerîm bu tür ribayı kesin olarak yasaklamış bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm bununla muamelede bulunan kimseyi Allah'a ve Resülü'ne karşı savaş ilan etmiş saymaktadır. Peygamber (sa.) Veda Hutbesinde konu üzerinde durarak şöyle buyurmuştur: "Her çeşit riba kaldırılmıştır ve ilk kaldırdığım riba Abdülmuttalip oğlu Abbas'm ribasıdır." Bu ribaya, yani cahiliyet döneminde yaygın olan ve borçtan mütevellid ribaya Riba En-Nesle denirdi.
Uygulaması da şöyle idi: Herhangi bir kimse belli bir süre için borç alır, süre bitiminde borcunu ödemezse, alacaklı olan kendisine şu teklifte bulunurdu: Ya borcunu öde veya şu kadar faiz vermek şartıyla borcunu şu tarihe kadar ertelerim." Herhangi bir kimse menfaat sağlamak için birisine ödünç verirse bu kabil ribanın şümulüne girer. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: "Menfaat celp eden her ödünç ribadır." b-Alışverişten doğan ribadır.
Hanefi mezhebine göre bu tip riba üç kısma ayrılmaktadır:
1-Riba El-Fadl. Bu riba ölçü tartıya tâbi tutulan şeylerde meydana gelir. Yani cinsleri bir olup ölçü ve tartıya tâbi tutulan iki şeyin biri diğerinden fazla olduğu halde mübadele ederek yapılan akittir.
2-Riba En-Nesie. Cinsleri bir olsun, olmasın ölçüye ve tartıya tâbi olan iki şeyden birisini vadeli olmak üzere birbiriyle mübadele ederek akidde bulunmaktır.
3-Fasit muamelede bulunmaktan doğan ribadır. Yani İslâm hukukuna göre icra edilmeyen herhangi bir akit ribadır.
Şafiî mezhebine göre ise riba Hanefi mezhebinde olduğu gibi Riba El-Fadl, Riba En-Nesie ve Riba El-Yed olmak üzere üç kısma ayrılır. Bu mezhebe göre ödünçten doğan riba hariç, ribanın illeti ölçü ve tartı değil, nakdiyat -altın ve gümüş-ve ta'miyat -yiyecek- cinsinden olmaktır. Altın, gümüş ve yiyeceklerden başka şeylerde riba yoktur. Riba El-Fadl demek, altın ve gümüş veya buğday ve arpa gibi yiyecek maddelerinden birisini -cinsleri bir olduğu halde- diğerine fazla bir meblağda satmaktır. Meselâ, kalitesi iyi olan bir ölçek buğdayı, kalitesi iyi olmayan bir buçuk ölçek buğday ile veya antika bir altını üç reşad altın ile satmak gibi. Bunun için gümüş, altın ve yiyecek maddelerinin alım ve satımında günaha girmemek için İslâm'ın gösterdiği yolu izlemek gerekmektedir.
Şöyle ki; altın, gümüş veya yiyeceklerden cinsleri bir olan iki şey birbirleriyle satılırsa, şu üç şartın gözönünde bulundurulması gerekir:
a-Birbiriyle müsavi olması,
b-Her ikisinin de peşin olması,
c- Her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi.
Aynı cinsten olmayan iki şeyin birbirleri karşılığında satılmaları halinde, buğdayın arpayla satılması gibi, şu iki şartın dikkate alınması gerekir:
1-Her ikisinin peşin olması,
2- Her ikisinin de aynı anda kabzedilmesi. Böylesi bir satış durumunda müsavat -eşitlik- şart koşulmamaktadır. Buğday, arpa, gümüş, altın ile satılır ve biri diğerinden fazla olursa sakınca teşkil etmez.
7-İhtikar etmek. İhtikar ihtiyaç olduğu bir zamanda gıda maddelerim satın alıp kıymeti daha da artsın diye hapsetmektir. Böylesi bir davranış ve ticaret haramdır. Bunu ancak İslâm terbiyesi almamış ruhu kirli kimseler yapabilirler. Bu kimseler âhirette büyük cezalara çarptırılacakları gibi, dünyada da cezasız bırakılmayacaklardır. Bu kimselerin evlerinde ve ticaretlerinde bereket kalmayacağı gibi iflas da edecek ve neticede cüzzam gibi hastalıklarla karşı karşıya geleceklerdir. Kısacası farkında olsunlar olmasınlar dünyada da bu yaptıklarının karşılığını görecek, yevmi kıyamette de cezalarının karşılığını göreceklerdir.
8-İyne alışverişi yapmaktır. İyne demek varlıklı bir kimsenin doğrudan doğruya ribaya girmemek için muhtaç olan bir kimseye vade ile ve yüksek bir fıat ile bir şey satarak, bilahare peşin fakat bu defa düşük bir fiatla aynı malı geri almasıdır. Peygamber (sa.) bu tür alışverişi yasaklamıştır. Resûlüllah bu konuda şöyle buyurmaktadırlar: "İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, satış adı altında faizi mubah sayacaklardır." Muhammed bin Hasan Eş-Şeybani, İyne ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Faizcilerin icad ettikleri bu alışveriş, gönlüme dağlar kadar ağır gelmektedir." Muhammed bin Abdullah. Enes'den şunu rivayet etmektedir: "Kendisine İyne'nin durumu sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Allah aldatılamaz. Allah ve Resulü haram kıldıkları şeylerden beridirler."
9-Boğa, aygır ve koç gibi hayvanların suyunu satmak, yani para karşılığında erkeği dişi hayvana çektirmektir. Peygamber (sa.) böylesi bir muameleyi yasaklamıştır.
10-Neceş muamelesinde bulunmak. Neceş, alıcı olmayan kimsenin bir başkasını aldatmak gayesiyle satılık şeyin fiatını kasten arttırması hadisesidir; peygamber (sa.) bu tür bir davranışı yasaklamıştır.
11-Ölçü ve tartıda başkasını aldatıp eksik vermektir. Kur'ân-ı Kerîm bu tür bir davranışta bulunan kimseleri ağır bir dille tehdit edip, cezalarının korkunç olacağını söylemektedir. "Mutaffıfîn" süresi bu konuya ayrılmış bulunmaktadır.
12-İmkân olduğu halde başkasının hakkını zamanında vermeyip, işini aksatmaya çalışmaktır. Bir kaç kuruş kazanmak gayesiyle zimmetindeki bir parayı sahibine vermeyip borcu kasden ertelemek zulümdür ve haramdır. Allah katında böylesi bir muamelenin karşılığı cehennem ateşiyle cezalandırılmaktır. Zengin ve imkân sahibi olan birisinin başkasının hakkını alıkoyması zulümdür. Resûlüllah (sa.) efendimiz şöyle buyurmaktadırlar: "İmkân olduğu halde zamanında borcunu ödemeden ölen bir kimse borcunun esiri olacaktır."
13-Müşteriyi mağdur ederek, kendisine fahiş bir fiatla bir şey satmaktır. Ticaretle uğraşan kimsenin kendisini mağdur edecek ve ticaretine mani olacak ölçüde elindeki malı ne gerektiğinden fazla ucuza, ne de müşterisini mağdur edip kendisine haksız bir kazanç temin edecek biçimde fahiş bir fiyatla satmamalıdır. Tüccar, kendi lehine olan kar ile müşterinin aleyhine olan zarardan kaçınmalı, bu ikisinin arasında bir fiyat takdir ederek ticaretini yapmalıdır. Bir malı en uygun fiyatla satmak, o malın sağladığı kârı satıcı ve alıcı arasında paylaşmak anlamındadır. Peygamber (sa.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz kendi nefsine arzu ettiği şeyi başkasına da arzu etmedikçe tam manâsıyla İmân etmiş sayılmaz."
14-Şehir dışında köylü ve yabancıları karşılayıp piyasanın durumunu öğrenmelerine fırsat vermeden mallarını ucuza alarak onları aldatmaktır. Böylesi bir yola tevessül ederek kâr ve kazanç teminine çalışmak fırsatçılıkla acemi kimseleri aldatmak dînen caiz değildir. Bu tür bir davranışı ve ticaret tarzım kendilerine yakıştıranların aldatmalarına engel olmak için gerekli tedbirlerin alınması İslâm'ın yüklediği bir mesuliyettir.

HiYAR -MUHAYYER- OLMAK
Hiyar, üç kısma ayrılmaktadır:
a-Hiyar El-Meclis: Yani mecliste devam ettikleri müddetçe, alış veriş akdini bozma hakkına sahip olması. Alıcı ile satıcının akid yaptıktan sonra bir arada kaldıkları müddetçe yaptıkları alışverişi bozmak hususunda serbesttirler. Bu, Şafiî mezhebine göredir. Hanefi mezhebine göre Hiyar El-Meclis yoktur. Ancak akidde şart koşulursa, yani akid yapılırken; "Bu mecliste kaldığımız sürece, akdi bozmağa yetkimiz vardır" şeklinde bir şart koşulursa Hiyar El-Meclis vardır.
b-Hiyar El-Şart: Yani riba ile selem hariç diğer alışverişlerde İmam-ı Şafiî ve İmam Âzam'a göre üç günden fazla olmamak şartıyla muayyen bir süre içinde alıcı ile satıcıdan birisi veya her ikisi için yapılan akdi feshetme yetkisini şart koşmaktır. İmameyn'e göre muayyen olmak şartıyla üç günden fazla, meselâ bir ay, iki ay gibi bir süre şart koşulursa caizdir.
c-Hiyar El-Ayb: Aldığı bir şeyin kusurunun ortaya çıkması halinde birisi daha önce aldığı bir şeyi geri iade edebilir. Kusurdan maksat, kusurlu şeyin değerini veya kendisini eksilten bir kusurdur. Ancak bu kusur müşterinin tesliminden sonra meydana gelmiş olmaması halinde geçerlidir.
 
SORU: Birçok kimse yanında bulunmayan şeyleri satıyor daha sonra sattığı şeyi bir başka yerden bulup müşteriye veriyor. Böyle bir satış ve akit caiz midir?
CEVAP: İslâm hukukuna göre kişinin yanında bulunmayan bir şeyi satması caiz değildir. Peygamber (sa.) bu tür bir alışverişi yasaklamıştır. Hakim bin Hizama'dan rivayet edilmiştir: "Ben Peygamber (sa.)'e gidip dedim ki: Adam bana gelip bende olmayan bir şeyi istiyor, bunun üzerine çarşıya çıkıp benden istediği şeyi satın alıyorum, sonra da kendisine satıyorum, caiz midir?” Peygamber (sa.) cevaben şöyle buyurdu: "Sende bulunmayan şeyi satma." (Buhari, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî) Çünkü satılık şeyin satıcının mülkünde bulunması gerekir. İslâm'a uygun olması için ya müşterinin vekaletini ücret mukabilinde almalı veya satıcı müşteriye: "İstediğin şey bende yoktur, ben önce kendime alacağım, sonra arzu edersen sana satarım" şeklinde bir beyânda bulunması gerekir, ancak bu beyân akit yerine geçmemektedir.
 
SORU: Bir kimse dış ülkelerden kabz etmeden bir şey satın alarak gelen vesikasını başkasına devr etse; böyle bir satış caiz midir?
CEVAP: Dışarıdan satın alınan şey ortada bulunan bir vekil vasıtasıyla satın alınmış ise yapılan satış akdi tamamdır, ancak vesikasının başkasına devredilebilmesinden söz ediliyor. Her halde vesaik bir takım vesikalardan ibaret olduğuna göre bizzat satılamaz. Dışarıdan satın alınan ve henüz kabz edilmemiş olan şey satılıyor, o da kabz edilmediğine göre ne Hanefi ne de Şafiî mezhebine göre satılamaz. Ancak Maliki mezhebine göre yiyecek olmadığı takdirde kabz etmeden önce ve görmeden beyâna göre devredilmesi caizdir.
 
SORU: Bu zamanda buzdolabı ve çamaşır makinesi gibi şeylerin (meselâ bir seneye kadar) garantili olarak satışı yapılmaktadır. Yani bir seneye kadar arıza verdiği takdirde onarımı satıcıya ait olmak üzere satılmaktadır. Böyle bir satış caiz midir?
CEVAP: Akdin gereği olmayan ve faydası tarafeynden birisine ait olan bir şartı alış veriş akdinde koymak kıyasen akdin fesadını gerektirir. Yalnız bugün bu şart teamül haline geldiği için Hanefi mezhebine göre istihsanen caiz olur. Şafiî mezhebinde ise essah olan görüşe göre batıldır.
 
SORU: Konserve ve benzeri şeylerin içindekiler görünmeden alışverişi dinen caiz midir?
CEVAP: Konserve, tüp içinde bulunan ilaç ve tüpgaz gibi şeylerin Şafiî ile Hanbelî mezhebinde alışverişi caiz değildir. Çünkü satılan şeyin görünmesi gerekir. Adı geçen şey görünmediğinden ve hile olması ihtimali uzak olmadığından ğarar (aldanma) da mümkündür. Ama Hanefi ile Maliki mezhebine göre caizdir. Hazır olmayan şeyin satışı caiz olduğu gibi. Bu zamanda bu gibi meselelerde Hanefî ve Maliki mezhebine göre amel etmekten başka çare yoktur. Mezhep taassubunu gösterenler acaba bu gibi meselelerde nasıl hareket edeceklerdir?
 
SORU: Bir kimse, piyasada birşey beğenip satın almak istiyor, ama maddi durumu müsait olmadığından onu satın alamıyor ve durumu bir varlıklıya bildiriyor, bunun üzerine varlıklı görmeden o şeyi satın alıyor ve vadeli olarak isteği ile devrediyor. Böyle bir muamele dinen caiz midir?
CEVAP: Bir şeyi peşin veya vadeli olarak satın alıp başkasına peşin veya vadeli olarak satıp devretmekte bir sakınca yoktur. Ancak Şafiî mezhebine göre görmeden bir şeyi alıp satmak caiz olmadığı gibi teslim almadan başkasına satmak da caiz değildir. Hanefi mezhebine göre ise görmeden alışveriş yapmak caiz olmakla birlikte satılık şey taşınır ise teslim almadan başkasına devredip satmak caiz değildir. Mâliki mezhebine göre ise, gıda maddeleri hariç, bir şeyi görmeden ve teslim almadan satın almak ve başkasına devretmek caizdir. Demek ki bu muamele gıda maddeleri hariç Maliki mezhebine göre caizdir. Diğer mezheplere göre ise caiz değildir. Bunlara göre de caiz olabilmesi için, satılık şeyi satın almak ve kabzettikten sonra da devretmek veya satın almak isteyen kimseyi vekil tayin ederek onu vekâleten satın aldıktan sonra kendisine devretmek caizdir.
 
SORU: Herhangi bir kimsenin elindeki malın haram olduğu bilinse; onunla alışveriş yapmak caiz midir?
CEVAP: Herhangi bir kimsenin malı haram ve gayrimeşru olursa onunla alışveriş yapmak haramdır. Ondan alman şeyi yemek veya satmak da haramdır. Mesalih-i âmmeye ve fakirlere verilmesi lâzımdır.
 
SORU: Bir kimsenin gayrimeşru yoldan elde ettiği servet eğer nisaba ulaşırsa kendisine zekât vermesi veya gücü yeterse hacca gitmesi farz olur mu?
CEVAP: Bir kimsenin serveti gayrimeşru olursa kendisine hac ve zekât farz olmaz. Çünkü servet gayrimeşru olduğundan, onun serveti sayılmaz. Hepsinin mesâlih-i âmmeye ve fakirlere verilmesi gerekir.
 
SORU: Bir kimse tarlasını veya evini normal ve belli bir değer ile satmak üzere birisiyle anlaşıp satış akdini yaptıkları halde (meselâ fazla vergi vermemek için) tapuda satışın daha az bir değerle icra edildiği gösterilse ve müşteri bunun üzerine henüz parasını kabz etmeyen satıcıya yalnız tapuda gösterilen miktarı vermeğe kalkışsa; bu caiz midir?
CEVAP: Bir kimse tarlasını veya evini soruda belirtilen şekilde satarsa, Maliki mezhebine göre müşteri sözünü yerine getirmediğinden Allah (cc) indinde mesuldür. Ama Şafii mezhebine göre tapuda gösterilen miktardan başka bir şey vermek zorunda değildir. Hanefî mezhebinde ise ihtilâf vardır. Bir kavle göre aralarında üzerine anlaşma yaptıkları hakikî değerini vermek lâzımdır. Ebû Yusuf tan gelen bir rivayete göre ise, yalnız tapuda gösterilen miktarı vermek gerekir.
 
SORU: Satılan şeyin müşterinin zimmetine geçmesi ve müşterinin onda tasarruf edebilmesi için malın teslim edilip kabz edilmesi gerekir. Dînen kabz nasıl meydana gelir?
CEVAP: Satılan şeyler iki bölümdür:
1-Ev, arsa ve tarla gibi gayrimenkul -yâni taşınması ve yerinin değiştirilmesi mümkün olmayan- şeyler.
2-Para, hayvan ve elbise gibi menkûl -yâni taşınıp nakli mümkün olan şeylerdir.
Gayrimenkulun kabzı; satılık şey arsa veya arazi ise ve bunlara yakın olup müşteri olan kimse görürse ve satıcının ruhsat vermesiyle meydana gelir. Ev ise içindeki eşyayı çıkartıp anahtarını müşteriye teslim etmekle olur. Uzak ise oraya varıp içersine girebilecekleri kadar vakit geçmesiyle teslim meydana gelir. Satılan şey menkul ise, elbise, silâh ve kumaş gibi eşyanın teslimi müşterinin eline verilmesiyle veya bırakılması veyahut da meydanda olduğu takdirde müşteriye gösterilip ruhsat verilmesiyle kabz meydana gelir. Ambar, sandık veya dükkân gibi kilitli bir yer içerisinde bulunan bir şey satılırsa, anahtarını müşteriye verip teslim alması için ruhsat verilmesiyle kabz gerçekleşmiş olur. Meselâ satılmış olan şey bir depoda bulunsa ve deponun anahtarı müşteriye teslim edilse, satılmış şey teslim alınmış sayılır ve bundan sonra telef olursa müşterinin kesesinden gider. Yalnız Şafiî mezhebine göre depo veya dükkân gibi yerlerde bulunan bir şeyin kabzı anahtarın teslim edilmesiyle tahakkuk etmez. Yerinden alıp başka yere nakl etmesi lâzımdır. Menkûl olan bir şeyi kabz etmeden önce satmak caiz değildir. Yalnız Mâliki mezhebine göre yiyecek eşya hariç, diğer menkulleri kabzetmeden önce satmak caizdir. Hanefi ve Şafiî mezhebinin sâlikleri muhtaç oldukları takdirde bu mezhebi taklit edebilirler.
 
SORU: Hem para, hem de satılan şey vadeli olmak üzere alışveriş yapmak caiz midir?
CEVAP: Alışveriş akdi dört kısımdır:
1-Hem para hem de satılan şey peşin olmak üzere yapılan akittir.
2-Para peşin, satılan şey ise vadeli olmak üzere yapılan akittir. Buna Selem akdi denilir. Meselâ; Hasan Efendi, Halit Efendiye diyor ki: "Şu vasıflarda bulunan on teneke buğdayı, falan yerde ve tarihte bana teslim edilmek üzere şu onbin lira karşılığında senden satın aldım”. Halit Efendi'nin de onun sözüne uygun olarak: "Ben de sattım" demesinde olduğu gibi.
3-Satılan şey peşin, para ise vadeli olmak üzere yapılan akittir. Birisinin belli bir kitabı vadeli olmak üzere bir başkasına satması gibi.
4-Hem para hem de satılan şey vadeli olmak üzere yapılan akittir. Akdin ilk üç çeşidi şartları yerinde olduğu takdirde caizdir. Dördüncü kısım ise caiz değildir. Peygamber (sa.) böyle bir alışverişi men etmiştir. Yalnız, akit yapmadan iki, üç ay evvel ileride satıcı ve alıcı vasfını kazanacak kimseler, satış akdini yapmak üzere birbirine söz verseler ve zamanı gelince de akit yapsalar caizdir. Çünkü va'd ve akit ayrı ayrı şeylerdir.
 
SORU: Köylerde bir adet vardır. Köylüler mahsullerini kaldırınca henüz fiyatı belli olmadan onu meselâ tüccarlara satıyor, sonra da avans olarak bir miktar para alıyorlar. Fiyatını belirtmeden herhangi bir şeyi satmak veya satın almak dînen caiz midir?
CEVAP: İslâm Hukuku'na göre herhangi bir şeyin fiyatını belirtmeden onu satmak veya satın almak caiz değildir. Bunun için köylerde câri olan bu âdet İslâm'a uygun bir âdet değildir. Böyle bir muamelede bulunmak haramdır.
 
SORU: Enflasyon karşısında paranın değer kaybını faiz hadlerini uygulayarak karşılamak caiz midir?
CEVAP: Daha önceden de anlaşıldığı gibi düşük de olsa faizli bir muameleye girmek caiz değildir. Şimdilik muamele faiz sayıldığına ve istikbaldeki durumu meçhul olup her an değişmesi mümkün olduğuna göre hüküm değişmez. Yalnız borcu kapatmak hususunda Ebû Yusuf a göre durum değişir. Meselâ bir kimse bir milyon liralık parayı bir seneliğine faizle birbuçuk milyona verirse faizli olduğundan haramdır. Yalnız bir sene sonra daha önce verilen bir milyon para enflasyon sebebiyle ödeme anında birbuçuk milyona tekabül ederse onu, yani başlangıçta verdiği bir milyon mukabilinde birbuçuk milyon alması caizdir. Çünkü bu para altın ve gümüş olmadığı ve değeri itibarî olduğu için kendisine itibar edilen değere göre muamele görür.
 
SORU: Tezek ve köpek gibi necis şeylerin alışverişi caiz midir?
CEVAP: Tezek ve köpek gibi necis şeylerin alış verişi hakkında ihtilâf vardır. Hanefi mezhebine göre bunların alışverişi caizdir. Çünkü tezek ormansız yerlerde halkın yakıtı ve gerekli bir ihtiyaç maddesidir. Ondan müstağni olamazlar. Bunun için alını satımı zaruridir. Köpekte ise ev ve eşyasını muhafaza etmek ve avcılık yapmak için ondan fayda mülahaza ediliyor. Bunun da alım satımında bir sakınca yoktur. Şafiî mezhebine göre ise bunlar necis olduğundan mal sayılmazlar. Onun için alım satımı caiz değildir, haramdır. Fıkıh kitaplarında buna mal denilmez, ihtisas denilir. Yalnız şunu ifâde etmek isterim: İhtisasın alım-satımı caiz olmasa da ihtisası elinde bulunduran kimse para mukabilinde ihtisasından vazgeçebilir. Bunda bir sakınca yoktur. Bu şöyle olur: Elinde tezek bulunan kimse birisine: "Ben şu kadar para karşılığında şu tezekten vazgeçtim" der. Yine bunun gibi bir vazifede bulunan kimse birisine: "Ben şu kadar para mukabilinde şu vazifeden vazgeçip sana devrettim" demesi gibi.
 
SORU: Akit dil ile olduğu gibi yazıyla da olabilir mi?
CEVAP: Satış işleri, icare ve benzeri muameleler söz ile münakit olduğu gibi yazıyla da münakit olabilir. Hanefî ve Maliki mezheplerine göre, tarafeyn bir meclisde bulunsunlar veya bulunmasınlar; konuşabilsinler veya dilsiz olsunlar farketmez. Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre ancak tarafeyn bir mecliste bulunmadıkları takdirde akit yazıyla münakit olabilir. Bu şu şekilde olur: Birisi diğerine bir yazı gönderip der ki: "Taksimi 3 milyon TL'sına sana sattım." Müşteri yazıyı aldığında: "Kabul ettim" dediği takdirde akit tamam olur ve alış veriş işi bitmiş olur.
 
SORU: Ben bir tüccarım ve toptancıdan bir mal satın aldım. Götürdükten sonra kusurlu olduğunun farkına vardım. Bunun için geri çevirip yerine kusursuzunu almak istedimse de toptancı: "Fiyat değiştiği için ancak yeni fiyat üzerinden sana verebilirim diye" cevap verdi. Ben de: "Hakkım var. Malları eski fiyat üzerinden vermen lâzım" dediysem de kabul etmedi. İslâm hukukuna göre durum nasıldır?
CEVAP: İslâm hukukuna göre bilmeden ayıplı bir şey satın alan kimse kusuruna muttali olduğunda o malı kusuruyla beraber kabul etmekte veya geri çevirerek akdi iptal etmekte muhayyerdir. İptal halinde alış veriş olmamış gibi olur. Kusursuz bir şey satın almak ise ayrı bir meseledir. Yani yeni bir alışveriş olduğundan yeni bir fiyat da uygulanabilir.
 
SORU: İslâm'a göre karaborsanın hükmü nedir?
CEVAP: İslâm hukukuna göre piyasayı serbest bırakıp ona müdahale etmemek gerekir. O arz ve talebe göre kendi kendini ayarlayacaktır. Bunun için Peygamber (sa.)'in zamanında piyasa oynayıp fiyatlar anormal bir şekilde yükselince Peygamber (sa.)'in duruma müdahale etmesi istendi ise de müdahaleyi uygun görmeyerek şöyle buyurdu: "Fiyatları tesbit eden, darlığı ve bolluğu veren ve rızıklandıran Allah'dır". Ancak sunî pahalılık yaparak fiyatlarla oynayan olduğu ve amme maslahatı" işe müdahale etmeyi gerektirirse o zaman müdahale etmek narh koymak caizdir. Buna muhalefet etmek de caiz değildir. Bunun için karaborsa muameleleri ammeye zarar verdiğinden tasvip edilemez.
 
SORU: Ömer'in Abdullah'dan, meselâ dolar alacağı vardır. Ömer bu borcun yerli para ile ödenmesine razıdır. Fakat ortada resmî ve gayri resmî diyebileceğimiz bir fiyat değeri vardır. Borçlu olan Abdullah o günkü resmî kurla ödeme yaparsa daha kârlı olacaktır. Şayet kur çeşidiyle ödeyeceğine dair aralarında mevcut bir anlaşma yoksa Abdullah dilediği kurla ödemekte serbest midir? Ayrıca Ömer'in gayrı resmî fiyattan herhangi bir haberi yoksa ve Abdullah da ödemeyi resmî kura göre yaparsa alacaklı olan Ömer dinen aldatılmış sayılabilir mi?
CEVAP: Ömer'in Abdullah'dan dolar alacağı olsa ve Ömer de mevcut yerli para ile ödemesine rıza gösterirse caizdir. Çünkü İslâm hukukuna göre borcu borçluya satmak caizdir. Yani meselemizde doları Türk parasıyla satmakta bir mahzur yoktur. Yalnız bu paraların cinsleri ayrı ayrı olduğundan birbiriyle mübadele etmek isterken mutlaka fiyatlar tesbit edilmesi gerekir. Fiyatları üzerine mutabakat olmaz ve muayyen bir şey üzerine anlaşma yapılmazsa alışveriş sahih değildir. Bu fiyat resmî ve gayri resmî fiyatlara tetabuk edebildiği gibi etmeyebilir de.
 
SORU: Durumu müsait olmayan biri bir başkasından bir miktar para alıp havlu dokutmakta ve dokuttuğu her havlu başına yirmi lira vermektedir. Taraflar bu alışverişten memnun olsalar da dinen bu caiz midir?
CEVAP: Bu sual mudarebe ile ilgilidir. Mudarebe, birisinden sermaye, ötekisinden de çalışma olmak üzere iki kişi arasında yapılan bir akittir. Mudarebenin sıhhatinin şartlarından biri kazancın muşa olmasıdır. Yani sermayecimle mudaribin arasında kazancın yarı yarıya veya birisi için üçte iki, ötekisi için üçte biri olarak yüzdelikli olarak bölünmesidir. Şayet birisine muayyen bir miktar (burada olduğu gibi) tahsis edilirse muamele sahih değildir. Kaldı ki sermaye sahibi zarara ortak olmadığından muamele fasittir.
 
SORU: Bir kimsenin birisinden alacağı bir miktar Mark olursa, onun yerine Türk parası veya başka bir şey alabilir mi?
CEVAP: Bir kimsenin bir başkasından para olsun, başka bir şey olsun alacağı olursa bu alacağının yerine başka bir şey alabilir. Çünkü borç zimmette olup muayyen olmadığından satılması caiz olmazsa da borçlu müstesna kılınmıştır. Kendisine satılabilir. Bunda sakınca yoktur. İslâm Hukukçularının bu hususta meşhur bir sözü vardır: "Bey'u'd-deyni liğayri men aleyhi'd-deyni bâtılun." Yani borcu borçludan başka bir kimseye satmak batıldır. Şafiî mezhebine göre başka kimselere de satmak caizdir.
 
SORU: Bir kimse bir taksi satın almak için para yatırıp sıraya girse ve bilâhare sırasını başkasına satıp devretse caiz midir?
CEVAP: Taksi ve benzeri şeyler üzerine para yatırıp sıraya girmek selem kabilinden sayılıyor. Müslemünfîhte olan taksiyi teslim almadan başka bir kimseye devredip satmak İslâm Hukukuna göre sakıncalıdır.
 
SORU: Bir şahsın arazisinde mülkiyeti kendisine ait olan bir yolu var. Bu kimse yolunun mülkiyeti ve tedviri kendisinde baki kalmak üzere, gelirinin bir kısmını meselâ bir seneliğine satabilir mi?
CEVAP: Yol satışının dinen caiz olup olmadığı meselesinde bildiğiniz gibi çok şeyler söylendi. Ama din açısından böyle bir satış caiz değildir. Çünkü bu muamele şu üç haletten birisidir:
1-Ya dedikleri gibi muamele bir satış muamelesidir. Bu takdirde o satış iki yönden caiz değildir:
a)Yolun bizatihi kendisi satılmamaktadır. Satılan şey gelirin bir bölümüdür. O da ne kadardır, belli değil meçhuldür. Meçhulün de satışı batıldır.
b)Satılan gelir için verilen para bir sene sonra aynen iade edilecektir. Para iade edildikten sonra yakından veya uzaktan yolun satışla bir alâkası yoktur.
2-Ya da icaredir. Böyle olursa yine caiz değildir. Çünkü dînen isticar edilen şeyin müstecire devredilmesi gerekir. Halbuki meselemizde böyle bir şey yoktur. Çünkü yolun idaresi yine eski sahibinin elindedir. Aynı zamanda kiralayana bir müddet sonra paranın iadesi de icareye manidir. Çünkü icarede paranın iadesi sözkonusu değildir.
3-Veya istikrazdır. Bu mesele buna daha yakındır. O da batıldır. Zira her ne kadar satış ile ilgili yapılan ilanda satıştan söz ediliyorsa da bildiğimiz satış değildir. O ancak menfaat mukabilinde bir istikrazdır. Meselâ Zeyd üç veya beş sene sonra geri almak üzere bir milyon lirayı ilgililere veriyor. Buna mukabil de kendisine bir miktar kazanç tahsis ediliyor. Bu da faizin ta kendisidir. Mudarebeye hamledilmesi ise hiç caiz değildir. Çünkü bu meselede alış veriş yoktur. Parayı teslim alan kimse mudarebede olduğu gibi ortak olmak üzere onu çalıştıramaz. Bazı ulemâya göre yol gibi şeyleri kiracıya devir etmek şartıyla belli bir süreye kadar kiraya vermek caizdir.
 
SORU: Bir kimse elinde bulunan faiz ve rüşvet gibi haram bir maldan birisine bir miktar vermek istese, o şahsın onu kabul etmesi caiz midir? Eğer kabul ettiyse iade etmesi gerekir mi?
CEVAP: Faiz ve rüşvet gibi meşru olmayan bir maldan birisine bir şey verilirse o malı kabul edip etmeyeceği hususuna bakılır. Kabul etmediği takdirde o malın sahibi belliyse sahibine iadesi; sahibi belli değilse, mesâlihi âmmeye verileceği zannediliyorsa o malı kabul etmesi caiz değildir. O malı teslim almış olsa bile iade etmesi gerekir. Aksi takdirde kabul etmek zorundadır. Kabul ettikten sonra, şayet sahipleri belli ise kendilerine teslim edecektir. Belli değilse mesâlihi âmmeye ve fakirlere verecektir. Mesâlihi âmmeden maksad yol, çeşme, köprü, cami ve hastahane gibi şeylerdir. İmam-ı Nevevî şöyle diyor: "Sultanın elinde bulunan haram mallardan bir kısmı birisinin eline geçerse ve o kişi geri verdiği takdirde o malın batıl bir yolda harcanacağını biliyor veya zannediyorsa, sultana iade etmesi caiz değildir. Bu hususta fert ile şirket arasında fark yoktur."
 
SORU: Bir kimse meyhane ve genelevi gibi meşru olmayan bir işte çalıştıktan sonra tevbe etmek isterse biriktirdiği serveti ne yapacaktır. O servet kendisine helâl olur mu? Onu cami gibi bir hayır kurumuna verebilir mi? O para ile cami yapılsa onda namaz kılmak caiz midir?
CEVAP: İmam-ı Nevevî ve Gazâlî gibi fakih ve bilginlerimiz meyhane, kumarhane ve genelevi gibi bir yeri çalıştırıp para kazandıktan sonra tevbe etmek isteyen kimselerin nasıl bir yol takip edeceğini belirterek şöyle diyorlar: "Önce samimi olarak nedamet ederek içinde bulunduğu gayrı-meşru işi bırakıp ileride tekrar böyle bir günaha dönmeyeceğine dair azmedecektir. Sonra elinde bulunan meşru olmayan malın sahibi belli ise kendisine geri verecektir. Şayet mal sahibi belli değilse müslüman bir emirin eline vermek suretiyle köprü, yol, kışla ve cami gibi amme maslahatına harcayacak veya fakirlere dağıtacaktır. Şayet güvenilen bir emir bulamazsa içinde bulunduğu yerde bulunan âlim, dindar ve emin bir kimseye verecektir. O da yukarıda belirttiğimiz şekilde harcayacaktır. Emin bir kimse de bulunmazsa bu takdirde bu işi bizzat kendisi yapacaktır. Eğer o maldan başka meşru bir serveti yoksa o da diğer fakirler gibi bir kısmından istifâde edebilir. Bu takdirde, fakir için haram değil, helâldir. Böyle bir serveti yakmak veya yok etmek caiz değildir. Hülâsa, meşru olmayan bir serveti elde tutmak dînen caiz değildir. Sahibi belli ise sahibine, yoksa cami, yol, köprü ve hastahane gibi âmme maslahatına ve fakirlere verilmelidir. Böyle bir para ile yapılan camide namaz kılmak caizdir. Yalnız sözkonusu olan adamın sevabı yoktur. Çünkü para onun değildir.
 
SORU: İslâm dini maddî ve manevî hususiyeti olan bir dindir. İbâdete önem verdiği gibi, ticâret ve sanata da önem verir. Yâni İslâm dininde, inanç ve ibâdetin sevabı olduğu gibi ticaret ve sanatın da sevabı var mıdır?
CEVAP: Soruda beyân edildiği gibi İslâm dini maddî ve manevî bir dindir. Mânâ ve ibâdete itina gösterdiği gibi maddeye de itina gösterir. Peygamber (sa.) şöyle buyuruyor: "Emin ve doğru olan müslüman bir tüccar, kıyamette şehidlerle beraberdir". Yine Allah'ın Resulü (sa.): "En iyi kazanç hangisidir?" diye sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Kişinin eliyle kazandığı şey ile mubah olan alışverişidir". Peygamber (sa.) günahların öyleleri var ki onlara ne namaz ne oruç ve ne de hac ve umre keffaret olur. Ancak geçimi sağlamak için sarf edilen gayret onlara keffaret olur. Binâenaleyh bir kimse geçimini sağlamak ve kendilerine bakmakla mükellef olduğu aile fertlerinin ihtiyacını karşılamak gayesiyle İslâm'ın emrettiği gibi çalışır ve ticaretle uğraşırsa bütün çalışma ve alışverişi ibâdet sayılır. Ama alışverişte başkasını aldatıp ona zarar verirse tam müslüman sayılmadığı gibi alışverişinde de bereket olmaz.
 
SORU: Alışverişte vade farkını eklemek caiz midir?
CEVAP: İslâm dini ister peşin ister vadeli olsun alışverişi mubah kılmıştır. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: "Allah alışverişi mubah kılmış, faizi de yasaklamıştır". Alışveriş peşin olursa normal olarak kâr etmek tabii olduğu gibi, vadeli olursa da insaf dâiresinde karşı tarafı yıkmadan belirtilen zamanı ölçerek kâr etmek de tabiidir. Her tarihte bu tip alışveriş olmuştur. Yani alışverişte vade farkı alınmıştır. Alışverişte vade farkını eklemek Cumhûr-u Ulemâya göre caizdir. Bu hususta ulemâ arasında ihtilaf olmamıştır. Ancak idrâki kıt olan bazı kimseler Peygamber’i (sa.) "Bir satış için de iki satış yapmaktan men etmiştir" mealindeki hâdise dayanarak alışverişte vade farkını eklemek caiz değildir diyorlar. Hâlbuki bu hadîs, vade farkından hiç söz etmiyor. Fukahâdan hiç kimse de ona hami etmemiştir. Hadîs ya akd içinde bir şartı koşmanın caiz olmadığını, meselâ: Zeyd'in Halid'e “Evini bana yüzbin liraya satarsan ben de şu tarlamı yüz elli bine sana satarım” demesi gibi. Veya semen (bedel) belli olmadığından meselâ: şunu peşin olarak bine, vadeli olarak iki bine "sana sattım" şeklinde yapılan akdin muteber olmadığım ifâde ediyor. Şayet semen belli olur, kesin bir fiyat üzerinde anlaşılır, meselâ: “Peşin olarak fiyatı bin lira olan bir meta” için, veresiye iki bine sattım ve müşteri de aldım denilirse vade farkı eklendiği halde, kesin olarak bu alış-veriş caizdir. Hatta bir kimse satılık meta için peşin fiyatı şu kadardır, veresiye fiyatı da bu kadardır dese yâni hem peşin hem va'deli fiyattan söz edip, bilâhare bir fiyat üzerine akd yapılsa yine caizdir. Muhammed el-Hâmid, alışverişte vade farkını eklemek hususunda şöyle diyor: "Vade farkını eklemek haram değildir, faizle münasebeti yoktur". Ancak alışveriş ister peşin ister vadeli olsun insafa göre cereyan etmezse haram ve bereketsiz olur. Bunun için satıcı, kendi durumunu nazar-ı itibâre alması gerektiği gibi alıcının durumunu da nazar-ı itibâre alması gerekir.
 
SORU: Alışverişte iki fiyat söylemek caiz midir?
CEVAP: İki fiyat akid esnasında meselâ şu kitabı peşin olarak bin liraya, vadeli olarak binbeşyüze sana satarım denilse; önceki sualin cevabında beyân ettiğimiz gibi caiz değildir. Çünkü bedel meçhuldür, bin mi, binbeşyüz mü belli değildir. Amma akitten evvel iki fiyat söylense ve sonra belli bir fiyat üzerine anlaşma yapılır ve satış akdi icra edilse beis yoktur.
 
SORU: Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz midir?
CEVAP: Senet, bono ve çek satmak veya satın almak caiz değildir. Çünkü bunlar para veya meta değiller. Ancak zimmetteki parayı sağlama bağlamak için birer teminattır. Mâlik şöyle rivayet etmiştir: Mervan bin Hakem'in zamanında bir çeşit çek çıkmıştı. Halk, karşılığını almadan birbirine satmaya başladılar. Bunun üzerine Zeyd bin Sabit bazı sahabe ile birlikte Mervan'a gittiler: "Ey Mervan, faiz ile alış veriş yapmayı mubah mı kılıyorsun?" dediler. Mervan: "Allah'a sığınırım, bu ne demektir?" dedi. Sahabeler: "Halk, karşılığını almadan bu çeklerle alış veriş yapıyor" dediler. Bunun üzerine Mervan emniyet mensuplarını gönderdi, onlarla alışveriş yapanları takip ederek malları ellerinden alıp sahiplerine iade ettiler. Ayrıca şimdi olduğu gibi, Osmanlılar zamanında da maaşı beytü'l -maldan veya vakıf gelirinden verilmek üzere memur tayin ediliyordu. Memura, takdir edilen aylığa "Camekiye" denilirdi. Camekiyenin satışıyla ilgili İbni Âbidin şu fetvayı nakil ediyor: Musannife camekiyenin satışı soruldu. Yani adamın birinin maliyeden alacağı aylığı vardır. Henüz vakti gelmeden ihtiyacından dolayı, miktarından daha düşük bir para ile satıyor, böyle bir satış caiz midir? Musannif şöyle cevap verdi: Alacaklı, alacağını verecekliden başka bir kimseye satamaz. Ancak birisinin başkasına vereceği olduğu gibi başkasından alacağı da olur. Borcunun vadesi ile elindeki çekin vadesi birbirine tevafuk ederse, bu çeki alacaklıya verebilir. Bu çek satışı değil, borcun havalesi sayılır. Hülasa sened, bono ve çek satılmaz, alınmaz ve zekât olarak verilmez. Yalnız devletin verdiği çek ve bono -vadeleri geldiği takdirde- ile para arasında fark yoktur. Vadeleri gelmemiş ise satılması caiz değildir.
 
SORU: Kedi gibi eti yenmeyen fakat faydası olan hayvanların satılması caiz midir?
CEVAP: Kedi gibi eti yenmeyen, fakat insanlara veya hayvanlara faydası dokunan hayvanın alış verişinde beis yoktur. Katır ile merkebin eti yenmediği halde alış verişleri caiz olduğu gibi, böyle hayvanları evinde barındıran kimse onlara bakıp korumakla mükelleftir. Onların karınlarını doyurup su içirerek, onlara eziyet vermeyecektir. Peygamber (sa.) şöyle buyurmuş: “Bir kadın kedi hapsedip aç bıraktığından cehennem azabına müstahak oldu.”
 
SORU: Kaparo vermek ve almak caiz midir?

CEVAP: Kaparo, yani adamın biri bir şey satın alıp bedelin bir kısmını peşin olarak verir. Şayet akd tamam olursa verilen miktar bedelden mahsup edilecektir (hesaplanacaktır). Akd, tamam olmaz müşteri geri dönerse satıcıya hibe olarak kalacaktır. İslâm hukukçularının çoğuna göre böyle bir alış veriş caiz değildir. Peygamber (sa.) bunu yasaklamıştır (İbn-i Mâce). Ahmed bin Hanbel'e göre ise böyle bir alışveriş caizdir. Çünkü Nâfı bin Abdulhâris (ra.) cezaevi olmak üzere Sefvân bin Ümeyye'den dörtbin dirhem mukabilinde bir ev aldı. Hazret-i Ömer (ra.) onu beğenirse akd tamamdır. Yoksa o dörtyüz dirhem safvana kalacaktır diye şart koşmuştur.
 
SORU: Erginlik çağına gelmeyen çocuklar dînen alış veriş yapabilirler mi?
CEVAP: Erginlik çağma gelmeyen çocuğun mümeyyiz olduğu takdirde Hanefî mezhebine göre velisinin izniyle yaptığı alış veriş caizdir. Ancak kadın boşaması ve herhangi bir şeyle iltifatı caiz değildir. Şafiî mezhebine göre ise velinin izni olsun olmasın onun alış verişi caiz değildir. Gerçekten, bugün çocuk alış veriş yapmaktadır. Genellikle şehir ve kasabalarda ekmek, tuz, yağ ve benzeri şeyleri mahalle bakkallarıyla alış veriş yapan çocuklardır. Bunun için Şafiî mezhebinin sâlikleri ya çocuklara alış veriş yaptırmayacaklar veyahut Hanefi mezhebini bu hususta taklid edeceklerdir.



iskenderpasa.com Hukuki Şartlar | İletişim Yardım | Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu All Rights Reserved. Sık Kullanılanlara Ekle | Tavsiye Et