14 Cemaziyelahir 1442 | 27 Ocak 2021
 
89CADE1A-BFD6-47AF-AA5E-7FAB6EDCDDBC
Üye Girişi | Üye Ol
  • ANA SAYFA
  • KUR'AN-I KERİM
    • Okuyun
    • Dinleyin
    • Bilgilenin
  • SON PEYGAMBER
  • TASAVVUF
    • Tasavvufa Dair
    • Yolumuzun Esasları
    • Hatm-i Hacegan
    • Evrad-ı Şerif
  • M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
    • Hayatı
    • Fotoğrafları
    • Kitapları
    • Sohbetleri
  • M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
    • Hayatı
    • İslam Anlayışı
    • Tasavvuf Anlayışı
    • Hizmet Anlayışı
    • Kitapları
    • Başmakaleleri
    • Sohbetleri
    • Fotoğrafları
    • Anma Programları
  • M. NUREDDİN COŞAN
  • SIK SORULAN SORULAR

  • Soru-Cevap
    • Sık Sorulan Sorular
Soru-Cevap > Sık Sorulan Sorular

AKAİDLE İLGİLİ KONULAR



İman nedir? Üzerine ne gibi şeyler terettüp eder, kısaca açıklar mısınız?
İman, Cenabı Allah'ın, vahiy meleğinin aracılığı ile Hazret-i Muhammed (sa.)'e gönderdiği semavî hükümlere kalben kesin olarak inanıp tasdik etmektir. Bir kimse Kur'ân-ı Kerîm ve mütevâtir sünnet ile sabit olan bir hükmü inkâr ederse mü'min değildir. Mü'minlere terettüp eden dini ahkâm da kendisine terettüp etmez. Meselâ oruç, namaz ve benzeri farzları inkâr eden veya içki ve faiz gibi yasakları kısmen de olsa mubah gören kimse, İslâm'ın hududu dışında kalıp müslümanlarla olan manevî bağı koparmış olur. Bu sebeple müslümanlara varis olamaz, cenaze namazı kılınmaz, müslüman mezarlıklarında defnedilmez ve onlarla evlenemez. İslâm'a inanmadığı halde kendine, müslüman görüntüsü veren Abdullah bin Ubey, ölüm döşeğinde iken Peygamberimiz ile görüşmek istedi. Bunun için yanına giden Peygamber (sa.) den kendisinin cenaze namazını kıldırmasını istedi. Peygamber (sa.) de bu teklifi kabul etti. Öldüğünde Peygamber (sa.), cenaze namazını kıldırmak için ayağa kalktı. Fakat İslâm'a karşı samimi olmadığı için Cenâb-ı Hak, Peygambere, onun cenaze namazını kıldırmasını yasaklayarak şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Asla onlardan (münâfıklardan) ölen kimse üzerine cenaze namazını kılma."(Tevbe 9/84)

 
Müslümanlardan uzak bir yerde yaşayıp, İslâm'ın ne olduğunu bilmeyen kimse, kıyamet günü Allah katında sorumlu olacak mı?
İslâmiyetten önce iki Peygamberin bi'seti (peygamberliği) arasında yaşayan ve hiç birisine yetişmemiş olan kimse, ehli fetrettir. Ehli fetret ibâdet ve ahkâm ile mükellef değildir. Bu hususta ulemâ ittifak halindedirler. Fakat, Allah'a (cc) İmân etmekle mükellef olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır. Mâtüridi'ye göre ehli fetret, ibâdet ve ahkâm ile mükellef değil ise de Allah'a İmân etmekle mükelleftir. Çünkü Cenabı Allah'ın, kendilerine verdiği aklı kullanıp yer, gök ve içindekilere ibret nazarı ile baktıkları takdirde Allah'ın varlığını idrâk edebileceklerdir.  Peygamber'in (sa.) bi'setinden sonra (inanmayan) insanlar üç sınıftır: Birinci Sınıf: Peygamber (sa.)'in davetini duymamış, kendisinden haberdar da olmamıştır. Bu sınıf kesin olarak cennetliktir. İkinci Sınıf: Peygamber (sa.)'in davetini, gösterdiği mucizelerin durumunu ve güzel ahlakını duymuş olmakla beraber imân etmemiştir. Aramızda bulunan ehli küfür gibi bu sınıf kesin olarak cehennemliktir. Üçüncü Sınıf: Biz Müslümanlar. Deccâl'in ismini duyduğumuzda nefret ettiğimiz gibi (haşa) onlar da Peygamber'in (sa.) isminden öylece nefret ediyor. (Çünkü onlar, Peygamber (sa.)'in aleyhinde yapılan menfi propagandalardan başka bir şey duymamışlardır). Kimse onlara doğrusunu söyleyip onları heveslendirmemiştir. Bunların da ehli Cennet olacaklarını umarım.
 
Halkın dilinde, "Kâlü belâdan beri imân ettim" şeklinde dolaşan bir söz vardır. Bu söz doğru mudur ve mânâsı nedir?
Bu söz doğrudur. Kur'ân-ı Kerîm ile sabittir. Araf sûresi 172-173. âyetlerinde şöyle buyrulmaktadır: "Rabbin Ademoğullarının sulbünden soyunu çıkarıp onlara, 'ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da 'evet şahidiz' demişlerdi." Müfessirlerin çoğu bazı hadîslere istinad ederek bunu şöyle açıklıyor: Cenabı Allah Hz. Adem'i yarattıktan sonra zerrecikler halinde bulunan zürriyetini sulbünden çıkararak kendilerine hitap edip buyurdu ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" onlar da, "Evet, sen bizim Rabbimizsin" dediler.(Elmalılı 4/2323) Bu açıklamaya göre, gerçekten Cenabı Allah ile ruhlar arasında böyle bir muhavere vaki olmuştur. Yukarıda da beyân ettiğimiz gibi, bu muhavere ve misak dünyada, Hz. Adem'i yarattıktan sonra olmuştur; ruhların İmânı da o zamanda olmuştu.
 
 
Peygamber (sa.)'in mîrâc gecesinde semâlara çıkıp Cenabı Allah'ın ru'yetiyle müşerref olduğuna inanıyoruz. Bunun mânâsı Cenabı Allah'ın yerinin sema olduğu lâzım gelmez mi?
Ehli sünnet ve'l-Cemaatın itikadına göre, Hz. Peygamber (sa.) mîrâc gecesinde Cenab-ı Allah'ın ru'yetiyle müşerref olmuştur. Ama bunun mânâsı "Allah Teâlâ'nın yeri semâdır" demek değildir. Belki Hz. Muhammed (sa.) semâda iken Cenabı Allah kendisine tecellî etti. Cenabı Allah isteseydi Peygamber (sa.) yeryüzünde iken de kendisine tecellî edebilirdi. Ama hikmet, semâda olduğu bir sırada tecellî etmekte idi.
 
Son senelerde müslümanların herhangi bir sebepten dolayı birbirlerini tekfir edip, riddet ile itham ettiklerini görüyoruz. İnsan ne ile mü'min ve ne ile kâfir olur?
Dünya ve âhirette insanı mesut eden imândır, îman her şeydir. O olmazsa her şey yoktur. Îman Allah'a ve onun indirdiği ahkâm ve haberlere inanmaktır. Bir kimse Kur'ân-ı Kerîm'in bir hükmünü veya bir haberini yalanlarsa mü'min sayılmaz, îman ettikten sonra İslâm'ın tümünü veya bir kısmını inkâr veya onunla istihza ederse mürted sayılır. Bunun için mü'min olarak yaşayıp ölmek isteyen kimse İslâm'ın ahkâmım öğrenip onlara imânı devam ettirmek zorundadır.
İşte böylece İslâm âleminde salgın hastalık gibi irtidâd -İslâm'dan dönmek- yaygın bir hale gelmiştir. Şehir ve kasabaları aşarak köylere kadar uzanmıştır. Normal olarak bir evde İslâm'a inanan olduğu gibi inanmayan da vardır. Bu acı da olsa gerçektir. Ama maalesef İslâm âleminin başına gelen bu felâket yetmiyormuş gibi gerçekten İslâm'a inanan kimseler de ufak tefek sebeplerden dolayı birbirleriyle uğraşıp bölünüp parçalanmak için ne gerekirse onu yapıyorlar. Düşünce ve meşrep ayrılığı yüzünden birbirlerini tekfir ediyorlar. Tekfir eden ile konuştuğun zaman, onun müslüman olduğunu göreceğin gibi, tekfir edilen kimse ile de konuştuğunda onun da hakiki müslüman olduğunu göreceksin. Fakat ölçüsüzlük onları bu hale getiriyor. Müslümanları tekfir etmek kolay bir şey değildir ve faydası yoktur.
Bir müslümanın sözü veya hareketi şüpheli olsa da onu te'vîl etmek mümkün olduğu takdirde tekfir edilmemesi gerekir. Bir kimse birisine "sen kâfirsin" veya “falan adam kâfirdir" derse şayet gerçekten kâfir ise zaten mesele tamamdır. Yoksa o söz, kendisine döner. Yani kendisi kâfir olur. Peygamber (sa.) şöyle buyurur: "Bir kimse bir kimseye "kâfir" veya "Allah'ın düşmanı" derse ve böyle olmazsa mutlaka (o söz) kendisine döner". Binaenaleyh tekfir memuru imiş gibi şuna buna kâfir diyen kimselerin, Peygamber (sa.)'in bu sözüne kulak verip iz'ana gelmeleri lazımdır.
 
Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de "Ben ancak bana ibâdet etsinler diye insanları ve cinleri yarattım" buyurur. Bazı kimseler bu söze pek inanmıyor. "Nasıl bizim vazifemiz sadece namaz kılmak, oruç tutmak ve zekât vermek olsun" diyorlar. Bu konuda ne dersiniz?
İbadet Allah'a büyük saygı gösterip Onun kanun ve nizamlarına boyun eğmektir. Başka bir deyimle ibadet, hayatta Allah'ın kanun ve nizamlarına uygun olarak yaşamak ve her harekette Allah'ı düşünmektir. Namaz kılmak ibadet olduğu gibi Allah'ın emrettiği şekilde alış-veriş yapıp Allah'ın emirlerine imtisal etmek ve günahlardan sakınmak da ibadettir. İnsan ile hayvanı birbirinden ayıran da bu noktadır. Avamın anladığı gibi ibadeti, sadece namaz gibi tâatlere sıkıştırmak yanlıştır. Peygamber (sa.): "Müslüman kardeşine karşı gülümsemen ibadettir" buyurmuştur.
 
Biz bazı kelimelerin geniş kapsamlı manasını kendi anlayışımız ve idrakimize göre daraltıyoruz. Geniş hakikatler idrakimize sığmıyor; ya anlayamıyoruz ya da inkar ve isyana yelteniyoruz. İbadet namaz  ve oruçla sınırlı bir ifade değil. İbadet Allah'ın razı olduğunu yapmaktır.
 
Herhangi bir kimse zina etmek, içki içmek ve Allah'ın emrine ters düşen bir hüküm vermek gibi büyük bir günah işlerse İslâm'dan çıkıp kâfir olur mu?
Küfür lügatte örtmek mânâsına gelir. Istılahta ise Allah ile Resulünün buyruklarını inkâr eden bir inançta bulunmakla husule geldiği gibi bu inkâr inancını ifâde eden söz ve fiil ile de husule gelir: Meselâ bir kimse söz ile "Allah yoktur" veya "Allah'ın yaptığı" veya "söylediği bu söz doğru değildir, zamanı geçmiştir" derse mürted (kâfir) olur. Keza, Allah’ tan başka bir şeye secde eder veya başka bir ibadette bulunarak fiiliyle Allah'a şirk koşarsa mürted olur. Başka bir deyimle, kalp ile Allah'ın herhangi bir hükmünü inkâr eder veya bu inkârı ifâde eder bir söz veya fiilde bulunursa mürted olur. Zina etmek, içki içmek ve Allah'ın emrine muhalif bir hüküm vermek gibi günah işlemek inkârı tazannum etmediği için küfür sayılmaz. 
 
Güçlü biri tarafından tehdit ile küfre vesile olacak sözleri mecbur kaldığı için söyleyen kimse kâfir olur mu?
Küfür ve dinden dönmek üzere ölüm tehdidiyle zorlanan kimse küfrü gerektiren sözü söylememek için ölüme sabrederse ulemânın icmâ'ıyla azimet ile amel ettiğinden dolayı büyük mükafatı vardır. Ama kalbi îmâna yatkın olduğu halde tehdidin etkisi altında kalarak dinden dönmeyi ve küfrü gerektiren sözü söylerse kâfir olmaz.
 
Bir kimse bilmeyerek küfrü gerektiren bir söz söylerse kâfir olur mu?
Bilmeyerek küfrü gerektiren bir söz söyleyen kimsenin kâfir olup olmayacağı hususunda ihtilâf vardır. Buhara ve Semerkand ulemâsına göre cehalet mazeret sayılmaz. Bilmeyerek de olsa kelime-i küfür söylemek küfürdür. Bazı ulemâya göre küfrü gerektiren sözün muhtevasına inanmayan kimse böyle bir kelime söylerse kâfir olmaz. Özellikle avam tabaka hangi kelimenin küfre vesile olduğunu, hangisinin olmadığını bilmedikleri için, onları tekfir etmemek daha uygundur. Yoksa, müslümanların çoğunu tekfir etmemiz lâzımdır.
 
Allah'ın kaç çeşit sıfatı vardır?
Allah'ın iki çeşit sıfatı vardır:
1) Sıfatı Selbiye,
2) Sıfatı Sübûtiyye,
 
Sıfat-ı Selbiye kaçtır?
Bunlar altıdır:
a-Vahdaniyet: Cenabı Allah'ın (cc), zat ve sıfatında bir olmasıdır.
b-Kıdem: Cenabı Allah'ın (cc) varlığının başlangıcı olmaması, yani ezelî olmasıdır.
c-Beka: Varlığının sonu olmamasıdır.
d-Muhâlefetü'l-havâdis: Sonradan var edilmiş olan şeylere muhalif olmasıdır.
e-Kıyam bi nefsihi: Cenabı Allah'ın, kendisiyle kâim, tam istiklâl sahibi olmasıdır.
f- Vücût: Var olmasıdır.
 
Sıfat-ı Sübûtiye kaçtır?
 Bunlar da, Eş'arilere göre yedi, Maturîdilere göre de sekizdir ve şunlardır:
a-Hayat: İlmin imkânını gerektiren ezelî bir sıfattır.
b-İlim: Bilinmesi mümkün olan her şey, kendisiyle açık bir şekilde bilinen ezelî bir sıfattır.
c-Kudret: Mümkinâta taalluk edip, müessir olan ezelî bir sıfattır.
d-Sem': İşitilebilen şeylere taalluk eden ezelî bir sıfattır.
e-Basar: Görülmesi mümkün olan her şeye taalluk eden ezeli bir sıfattır.
f-Kelâm: İlâhi emir ve nehiylerin kaynağı olan ezelî bir sıfattır.
g-İrâde: Kudret dahilinde bulunan şeylerden birinin vukuunu belli bir zamana tahsis eden ezelî bir sıfattır.
h-Tekvîn: Yaratmak, rızıklandırmak gibi fiilî sıfatların kaynağı olan ezelî bir sıfattır. Eş'arilere göre bu sıfat yoktur.
 



iskenderpasa.com Hukuki Şartlar | İletişim Yardım | Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu All Rights Reserved. Sık Kullanılanlara Ekle | Tavsiye Et