Mülk (egemenlik) de hüküm (hâkimiyet) de Allah’ındır; tav’an ve kerhen (kullar istese de istemese de) bu böyle gelmiş, böyle gider. Rabbü’l-âlemîn, emir ve yasaklarını bildirmek için Resûller (aleyhimü’s-salâtü ve’s-selâm) göndermiş, kitaplar indirmiştir ki biz kulların, o peygamberlere ve kitaplara itaat ve ittiba etmesi farzların en başında gelen farzdır.
Sahih hadislerle bildirilmiş ki Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimizin mânevî vârisleri ve onun âhirete irtihalinden sonra ümmetin halifeleri, –hükümdarlar ve sair ricâl-i devlet değil– ulemâ-i âmilîn ve meşâyih-i vâsılîndir; ümmet-i Muhammediyye’nin işleri, sevk ve idaresi aslında onlara emanet ve havale olunmuştur. Çünkü ahkâm-ı şerîatı en iyi onlar bilir ve en güzel onlar uygulayabilir. Keşke tüm devlet başkanları onlardan olsa! Onlar ilim ve irfandan bîhaber idarecilerin emri ve hükmü altına alınamaz, zira o zaman din fesada uğrar. İslâm’da en yüksek rütbe, “ilim” rütbesidir. Onun için alimler, zalim ve gafil idarecilere hakkı söyler, hayrı uygulatır, nasihat eder, gerekirse hükümlerine karşı çıkar, onlarla mücadele eder. Hocanın vurduğu yerde gül biter; hocaya hürmet etmeyen felakete uğrar. İdarecilerin en hayırlıları, o mürşid-i kâmillere tâbi olup sa’âdet-i dâreyni bulanlardır; buna mukabil alim geçinenlerin en şerlileri de mevki ve makam sahiplerinin yanına yanaşıp, onlara tabasbus eden, zulmüne ve saltanatına payanda olan, ne söylerlerse dalkavuklukla tasdik eyleyenleridir.
Bu sebeplerle biz, sözün ve işin, idare ve yönetimin, alim ve fazıl, kâmil ve edip, mü’min ve müttakî ellerde olmasını görmek isteriz.
Türkiyemizin de % 99’u müslüman olup büyük çoğunlukla İslâmî ve ahlâkî değerlere bağlıdır. Çok şükür esir ve köle değiliz, diktatörlükle değil demokrasiyle yönetiliyoruz. O halde işin normali, yönetimin de böyle mütedeyyin ve ahlâklı insanların elinde olmasıydı; böyle umulur ve gerekirdi. Ama esefle müşahede ediyoruz ki bugüne kadar böyle mutlu ve kutlu bir sonuç sağlanamamış. Beceriksizlik mi, ihmal mi, suikast mi, danışıklı döğüş mü, aldatmaca mı bilmem!
Hayret edilecek acayip bir şey: Hem halk tümüyle müslüman, hem demokrasi var, hem halkın hür iradesiyle seçimler yapılıyor, hem de sonuç hep müslümanı üzecek görünümde! Seçimlerde halka şirin görünülüyor, halk aldatılıyor, sonra da icraat çoğunlukla dine, imana, ahlâka aykırı; müslüman halka karşı!
Seçimde halkın ümitle, beğenerek seçtiği kişiler, seçimden sonra partilerinden dışlanıyor, tasfiye ediliyor! Halkın da hâlâ gözü açılmıyor.
Şimdi yine karşımızda heyecanlı bir seçim var; herkes, “Bu seçimde ne yapacağız, kime rey vereceğiz?” diye sormakta!
Bence çok geç kalmış bir gayret ve kıpırdanma bu! Bu zamana kadar niye düşünmedin ve tedbir almadın canım kardeşim?
Uyanık bir mü’minin bu konuda çok öncelerden alacağı nice tedbirler, yapacağı nice çalışmalar vardı halbuki!
Hayrın ve hakkın hâkimiyeti için her şeyden önce tüm alim, fazıl, kâmil insanların birleşmesi gerekiyordu. Seçime çok az kala, alelacele yapılan kısmi bir ittifakın bile, nasıl hile ve oyunları bozup, barajları aşıp, cüz’î başarılar sağlayacağı derhâl görüldü. Bir de bizim ısrarla yazıp söylediğimiz ve temennî ettiğimiz hakikî ve büyük ittifak olsaydı, ne muazzam ve muhteşem bir sonuç alınacaktı, buradan anlayabilirsiniz.
Bu çok mühim seçim devresinde, bu çok mühim fırsat maalesef kaçtı. İdealist kardeşler gene, aslında kendilerinin olmayan ve kendilerine yakışmayan organizasyonlarda sığıntı gibi dağınık ve etkisiz durumda kaldılar. % 99 ekseriyette olduğumuz bir İslâm ülkesinde seçime, ancak ve sadece barajı aşmak fikriyle ve hazırlığıyla gitmek ne büyük zillet ve gaflet!
Önemli bir taktik ve strateji de mevcut her partinin içine iyi insan sokmak ve ona hâkim olmaktı. Her hâlükârda, iş nasıl biterse bitsin, hangi parti kazanırsa kazansın, seçimin millet hayrına tecellî etmesini düşünmek vazgeçilmez şart idi; ama müslümanlar organize olmadığı, koordine çalışmaya alışmadığı, geniş ufuklu yöneticilere sahip bulunmadığı için; tabir caizse, bir atımlık barut hazırlıyor, o bitince eli böğründe çaresiz ve şaşkın oturup kalıyor; tabiî ki sonuçta da çok mağdur oluyor.
Şimdi tedbirlerin zamanı geçti ve büyük fırsatlar kaçtı. Kala kala halkın elinde, karşısına gelen iyi ve kötü karmalı listelerden herhangi birini tercih etmek kaldı.
Adaylar şu yazıyı yazdığım güne kadar hâlâ belli değil. Seçime yirmi küsur gün kalmış, hâlâ adaylar tespit edilecek! Bence bu millet için çok mahzurlu ve yanlış! İyi bir aday hizmet vereceği bölgeyi yıllarca önceden bilmeli, gezmeli, tanımalı; bölge halkı da adayları iyice incelemeli, mukayese etmeli, ölçmeli, tartmalı! Bir yandan adaylar, kısa seçim devresinde tüm seçim bölgesini gezip tarayamıyor; diğer yandan da bölge insanları, iyi tanıyamadan alelacele aday seçmek mecburiyetinde bırakılıyor; ayrıca da uzun bir liste ile karşı karşıya getiriliyor, mutlaka tanımadığı birçok şahsa tesadüfî rey vermek zorunda kalıyor.
Partiler, sizin seçim bölgenizde bakalım kimleri aday gösterecek! Onları çok iyi soruşturup inceleyin! Parti taassubuyla kötüye asla rey vermeyin! İstemediğiniz adayı size zorla seçtirmeye kalkan parti, ne olursa olsun rey alamamalı, cezasını çekmeli, sizi saymayı öğrenmeli, sonuç bir dahaki seçim için ibret-i âlem olmalı, artık partiler de kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalmalı!
Listenizde mutlaka “tercih” işaretinizi kullanın!
Sizin adaylarınızın seçilme şansı olmadığı kesin ise öyle rey kullanın ki size en yakın zihniyette olanlar kazansın, size en uzak olanlar fırsattan istifade etmesin!
Destekleyeceğiniz adayda hem maddî, hem mânevî yönün kuvvetli olmasına çok dikkat edin; yani adaylarınız:
1. Hem takva, diyanet, fazilet, ahlâk-ı hamîde ve dürüstlük sahibi olsun;
2. Hem de mebusluğa ve idareciliğe liyakat, ehliyet ve kabiliyeti olup, ayrıca da ihtisası, ilim ve irfanı ve sair hüner, ünvan ve meziyetleri bulunsun.
Birinci şarta dikkat ve riayet etmezseniz, şerre ve şerliye destek vermiş, size devamlı günah ve vebal getirecek olan bir “seyyie-i câriye” tesis etmiş olur; o muhteris ve menfaatperest kimseler, kendi keselerini doldurur, rüşvet alır, haram yer, milleti soyar ve devleti satarken siz de onlara ortak sayılırsınız.
İhtisas, ilim ve liyakate önem vermediğiniz takdirde de “Emanetleri ehillerine veriniz.”84 emrine ters düşer, dünyada ve âhirette mahcup olur, vebal altına girersiniz.
En iyisi tercihte son kararı vermeden önce bölgenizdeki en samimi, en bilgili ve görgülü, en salih ve müttakî dostlarınızdan beş-on tanesiyle ciddi istişare ediniz ki yanlışlık yapmayasınız ve Kur’ân-ı Kerîm’in “şûra” emrini uygulamanın sevabını alasınız!85
Dileğimiz, Cenâb-ı Hakk’ın, bu seçimleri hem kendi ülkemiz, hem de tüm ümmet için hayırlar getirecek tarzda sonuçlandırması... bi-hürmeti esmâihi’l-hüsnâ ve-habîbihi’l-Mustafâ Muhammedin sallâllâhu aleyhi ve âlihî ecma’în!
*