Tatil sefası ve deniz sahili tutkusu bugün çok yaygın ve çok kuvvetli bir moda olarak görünüyor. Bu tehlikeli akıma karşı çıkabilmek, onun pençesinden yakayı sıyırmak, paçayı kurtarmak pek kolay bir iş değildir. Birçok aile geçim sıkıntısı içinde çırpınır, kira belasını defetmeye çalışırken, diğer bir kısım insanların ise deniz kenarlarında senede sadece bir iki ay kullanabildikleri ikinci villaları, köşkleri, apartman daireleri vardır. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’in yağmalanan kıyılarında böyle fuzuli yazlıklar, ölü yatırımlar yığılıdır; binlerce sahil sitesi, tatil evi yapılmış ve halen yapılmaktadır. Büyük şehirlerin entelektüelleri, zenginleri, memurları, orta halli esnaf yaz oldu mu oralara yığılır; malî durumu biraz daha aşağı olanlar çadırlar kurar, kamplarda eğlenirler.
Bu yeni tip yaşantı ve özentinin dinî duygularımız, sosyal yapımız, aile bağlarımız, çocuk eğitimimiz... bakımından fevkalade büyük tahribatı olduğu artık iyice ortaya çıkmış bulunuyor. Yüksek tirajlı bir gazetenin 3 Ağustos Pazar ilavesinde, ‘yaz aşkları’ bahis konusu edilmiş, evli olup tatil dolayısıyla ‘yaz bekârı’ kalanların ‘küçük’ kaçamakları vs. anlatılmış. Bir yerde aynen şöyle deniliyor:
“Tatile çıkma olanağı bulunan her on öğrenciden dokuzu yazın âşık oluyormuş... Evet... Hem de kamplarda, küçük turlarda ailelerinden koparabildikleri izinlerle gittikleri güney sahillerinde... Gençler için yaz aşkları pek sıkça yaşanılan bir olay. Sınıftaki kızdan, kantindeki delikanlıdan, komşusunun oğlundan daha romantik oluyormuş yaz aşkları. Kim bilir belki güneşten, belki mehtaptan, belki de diskoda çalan efsunlu şarkıdan...”
Bu satırlar bizim parmak bastığımız nokta için bir felaket belgesi niteliğindedir. Nitekim geçenlerde geçmiş olsun ziyaretine gittiğim güngörmüş, dünyayı gezmiş, başarılı iş adamı ve fabrikatör dostum, İstanbul-Tekirdağ arası sahil yazlıklarına bu sene rağbetin üçte bir nispetinde azaldığını söyledi. Gazete haberlerinde, Ege ve Akdeniz’de de umulan turist akımının tahakkuk etmediği ve rağbette bariz bir düşüş olduğu anlaşılıyor. Ben sebebini sordum. Dostum, yazlık sahibi bazı aile reisleriyle görüşmüş; onlar, ailelerinin ve çocuklarının ahlâk bakımından bozulduklarını, zevk ve eğlence peşinde koşan, havai ve asi kişiler haline geldiklerini; hatta bazılarının uyuşturucu madde kullanmaya bile müptela olduklarını... söyleyerek şikayetlenmişler. Bu yüzden bazı aile reisleri deniz kenarlarındaki mülklerini satmaya bile yönelmişler...
Bendeniz bir din ve ilim adamı olarak bu haberden ve şahsen de müşahede ettiğim bazı durumlardan dolayı fevkalade üzüldüm ve endişelendim. İşin sonu acaba nereye varacak? Anlaşılan bu durum üzerinde dikkat ve titizlikle durmak ve çareler aramak gerekiyor.
Tatilin yeri ve geçiriliş şekli üzerinde örf ve ananemize, din ve ahlâkımıza uygun başka çözüm yollarını mutlaka bulmalı ve bunları halkımıza anlatıp, benimsetebilmeliyiz. Deniz kenarı çıplaklık ve çılgınlıklarının önüne muhakkak geçebilmeli veya ailemizi onlardan uzak tutabilmeliyiz. Yoksa nefsin hileleri, şeytanın oyun ve tuzakları, plajın, çıplaklığın, zevkperestliğin, Epikür felsefesinin, seksin... ejderhası ruh yapımızı, aile düzenimizi, milli bünyemizi, sinsi bir hastalık gibi kemirip çökertecektir.
Sevgili okuyucular! Bundan sonra sizler de tatili geçirme tarzınız üzerinde iyi düşününüz! Bu konudaki doğru seçim, Türkiye genelinde büyük hayırlı sonuçlar doğurabilir. Herkes zevke koşarken siz hizmete koşun. Elinizdeki serbest zamanı ailenizin tüm fertleri için dünya ve âhirette mutluluk getirecek tarzda iyi değerlendirin. Özellikle ilim ve irfanınızı artırmaya çalışın; halkımızın hayır ve mutluluğunu amaçlayın; bilhassa tebliğ ve irşada, cihat ve îlâ-yı kelimetullâha önem ve öncelik verin ki topluca felaha erelim.
*