İyi bir müslüman doğruyu söyler, haktan yana olur, zayıf da olsa haklı olanı tutar, destekler. Bu ona, Allah’ın emridir; kendisinin, anne babasının, yakınlarının aleyhinde bile olsa adaletli, insaflı, hakkaniyetli davranacak; özü, sözü, işi doğru, güzel, mükemmel insan olacaktır.
Bugün sevgili yurdumuzda ise maalesef, adalet, insan hakları ve hürriyetleri göz göre göre hunharca katlediliyor; gazeteler, dergiler, televizyonlar halkın gözüne baka baka utanmadan yalan söylüyor, olayları çarpıtıyor, hakkı batıl, batılı hak gösteriyor, yalan ve yanlışı kabul ettirmeye çalışıyor.
Sebep, açıkça ve kesinlikle iktidar-muhalefet mücadelesi, nüfuz ve menfaat çatışması, çıkar kavgası... Bazı ilgililer bunu açıkça da söylüyor, çekinmeden ifade ediyor; tüm mesele Refah Partisi’nin iktidardan uzaklaştırılmasıdır, ülkenin bu iktidardan “kurtarılması”dır diyor ve çareyi İslâmla mücadelede görüyor.
İşin iç yüzünü, memleketin dâhilî ve haricî, siyasî ve iktisadî, dinî ve harsi, ilmî ve irfânî, asrî ve medenî meselelerini iyi bilmeyen insanlar bu usta oyunlara, şeytanî entrikalara aldanabilir, çünkü bu fitneleri çıkaranlar asıl niyetlerini çok iyi saklıyor, rollerini çok mahirce oynuyor, sanki özgürlükten yanaymış, halkın ve ülkenin iyiliğini istiyormuş, menfaatlerini kolluyormuş, devleti, cumhuriyeti ve devrimleri koruyormuş gibi davranıyor, kurt olduğu halde kuzu postuna bürünüyor.
Tarafların ne istediklerini dikkatle ve serinkanlılıkla inceleyin, bir de söyledikleri sözlere bakın; tezatları, muzırlıkları, yalanları siz de hemen yakalarsınız.
Mesela, “cumhuriyet” (ekseriyetin kararı ile devlet yönetimi) ve “demokrasi” (halkın idaresi) taraftarı görünüyor ama halk çoğunlukla istese de bazı partilere iktidarı vermeyeceklerini, ekseriyetle seçilseler bile onları kabul etmeyeceklerini pervasızca söylüyorlar. Meşrû iktidara darbe yapmak tehdidinde bulunuyor, orduyu ihtilale teşvik ediyor, böyle bir teşebbüs olursa darbecilere yardım edeceklerini beyan buyuruyorlar.
Mesela insan hak ve hürriyetlerine saygılı olduklarını söylüyorlar ama müslümanın müslümanca yaşamasını, istediğine inanmasını, inancını uygulamasını, çoluk çocuğuna, halka ve başkalarına anlatma ve öğretmesini engellemeye çalışıyorlar; Kur’an kurslarına, İmam-Hatip liselerine, dinî zümrelerin radyo ve televizyonlarına, tasavvufî inanç ve ibadetlerine, içtimaî teşkilatlarına, tesbih ve zikirlerine... büyük husumet ve düşmanlık besliyor, İslâm’ın yayılma ve gelişmesini vahim ve fecî, ürkütücü ve tehlikeli göstermeye var güçleriyle çırpınıyorlar. Dindarı Cuma’ya göndermiyor, işinden atıyor, bazı okullara kaydını engelliyor, sonradan dindar olduğunu anlamışsa kaydını siliyor, yurt dışına ihtisasa göndermişse yarı yolda geri çağırıyor, üst rütbe ve makamlara terfi ettirmiyor, hanımının başını açmaya zorluyor, başörtülüyü okula sokmuyor, imtihanda sınıf geçirmiyor, avukat olmuşsa duruşmaya almıyor, mesleğini icra ettirmiyor, emri altındakilere bazı dinî ve millî gazeteleri okutmuyor, dinî toplantı ve konuşmalara göndermiyor, gidenleri cezalandırıyor vs.
Mesela, televizyonda İran’dan kaçmış bir kadını konuşturuyor, halkın önünde ağlattırıyor, oradaki baskıları anlattırıyor ama aynı programda Türkiye’deki çarşaflı kadınları, cübbeli-sarıklı kişileri gösterip bunlar olmamalı diyor, yani kendisi baskı taraftarı olduğunu, hoşgörüsüz olduğunu kendi ispatlıyor.
Mesela, kız öğrenci okul birincisi oluyor, çalışkan, zeki, üstün başarılı, güzel, mükemmel... ama tesettürlü, örtülü... en büyük suçu ve kusuru bu... Törende konuşurken cadaloz bir kadın gelip eliyle onun ağzını tutup avını yakalamış bir örümcek gibi kürsüden sürükleye sürükleye uzaklaştırıyor.
Mesela, müslümanın kurduğu kolej çok başarılı, öğrenciler dünya matematik yarışmalarında üstün başarı sağlamış, bina pırıl pırıl, tertemiz, düzenli. Gezen ilerici, burun kıvırıyor, kütüphanesinde çağdaş yazar ve şairlerin eserleri yok diye tenkit ediyor (A zavallı! Onlar çağdaşlığı başarıyla yakalamışlar, sen hâlâ çağ dışı komünistlerin eserlerini okusunlar diye temennî ediyorsun, sen gericisin, sen çağ dışısın, sen yobazsın da farkında bile değilsin kendi fecî durumunun).
Misalleri çoğaltabiliriz, çünkü benim zavallı ülkemde pek çok zulüm ve baskı var. Her gün, her yerde, her seviyede, her türden... Ama usta hırsız ev sahibini bastırma gayretinde!
Şimdi, ülkede kahir ekseriyette olan; kalbi Allah korkusu, hakikat sevgisiyle çarpan, içi din ve millete hizmet aşkıyla yanan, sorumluluk duygusuna sahip, ciddi, akıllı, basiretli, tecrübeli, münevver ve hamiyetperver herkese büyük görevler düşüyor. Dinini, vatanını, halkını seven herkesin konuya ciddiyetle eğilmesi lâzım. Durmak, susmak, çekinmek, korkmak zamanı değil...
Herkes, kendi kadri, ilmi ve irfanına, mevki ve makamına göre ne yapabileceğini, bu durumda üzerine düşen görevin ne olduğunu derin derin düşünmeli; alim, fazıl, kâmil, güngörmüş, iş bilir kimselerle istişareler yapmalı; taassup ve tarafgirlikten, körü körüne yanlış adam tutup, ters yöne gitmekten korunmalı, hak ve hakikatin, akıl, mantık ve basiretin gösterdiği cephede yerini almalı; alması gereken kararı hemen almalı, yapması gereken işi hemen yapmalı, alması gereken tedbirleri acilen ve süratle almalı!
İşin şakası, beklemeye, sallamaya, savsaklamaya tahammülü yok. Yoksa bu cahiller, memleketi batırıp parçalayacak, milleti mahv ve perişan edecekler...
Şirret ve edepsizden, imansız ve insafsızdan adalet beklenmez, şu garip ve acayip ortamda hak verilmez, alınır; haklar titizlikle korunmazsa, maalesef çiğnenir ve gaspedilir.
*