A’meş207 rahimehullah, Ebû Hanîfe hazretlerinden bir mesele sordu. Hz. İmam da cevabını verdi. A’meş;
“Ey Ebû Hanîfe! Bu cevabı sen nereden çıkardın?” diye sordu. Ebû Hanîfe de;
“Senin bize nakil ve rivayet ettiğin filanca hadîs-i şerîften çıkardım.” deyince, A’meş hayret ve takdirle;
“Ey Fakihler! Muhakkak ki sizler tabipsiniz, biz muhaddisler ise sadece ilaç yapmaya yarayan eczayı satıyoruz.” buyurdu.
Aynı zamanda İmâm-ı Âzam hazretlerinin meselelere ve vesikalara son derece derin bir nüfuz kabiliyeti olduğunun delili olan bu fıkradaki teşbih ne kadar güzel, mâkul ve munsifânedir.
Yerden çıkan çömlek parçalarının kıymet derecesini bir arkeolog, bir kitabeyi bir tarihçi, bir taş veya madeni de jeolog anlar ve takdir eder. Ayrıca, çeşit çeşit parçaları -bir usul dairesinde- ancak ihtisas sahibi, bilgili bir üstat yerli yerine koyarak bir kompozisyon yapar; işe yarayacak parçayı, ikinci plana bırakılması gerekeni, değerliyi, mühimi o tefrik edebilir. Bu sebepten, mesela, yün eğirmek, boyamak başka, onları yerli yerine kullanarak kumaş ve güzel desenli halı, kilim, yapmak daha başkadır.
Taş, kireç, mermer, tahta gibi malzemeyi ancak usta ve mütehassıs bir kişi bina haline getirir. Çeşitli eczayı hastaya ve hastalığa göre seçip, karıştırarak tedaviyi ancak doktor yapar. Bunlar gibi çeşitli haberleri, hadisleri, Kur’an âyetlerini zaman, mekân ve durumları göz önünde bulundurarak ve bir kül halinde mütalaa ederek şer’î hükümler çıkarmak da ancak müctehidlerin işidir.
Demek ki bütün mesele, ihtisas, bilgi ve ehliyet meselesidir. İhtisas ehli olmadığı halde;
“Efendim! Bir âyette şöyle buyurulur, ben bir hadiste şöyle okudum, ona göre bu mesele şöyle olmalıdır.” diye hükümler çıkaran ve hatta geçmiş ulemâyı techil edenlerin kulakları çınlasın.
*