Bir zamanlar Rey şehrinde dindar, abid ve zahid bir hatun hüküm sürmüş. Görünüşte bir erkek hükümdar olmakla beraber, yaşı küçük olduğundan söz ve idare o yaşlı hatunun elinde imiş.
Sultan Mahmud (970-1030 m.) bu hatuna bir tehdit mektubu göndererek, kendi hakimiyeti altına girmesini, parayı onun adına basıp, hutbeyi onun namına okutmasını, aksi halde ordusuyla gelip Rey şehrinin altını üstüne getireceğini... belirtmiş. O dindar ve zeki kadının cevabı ise şahane! Demiş ki:
“Arslanın erkeği olduğu gibi dişisi de olur. Allah şahit ki eğer üzerime ordu yürütürsen kaçmam, seninle savaşırım. Eğer beni yenersen, bu sana hiçbir şey kazandırmaz. ‘Sultan Mahmud bir ihtiyar acuze ile çarpışmış’ derler, seni ayıplarlar. Eğer ben seni yenecek olursam o zaman mahvolursun. ‘Koca Sultan Mahmud, bir ihtiyar kadına yenilmiş yahu’ derler, seni maskaraya alırlar, âleme rezil rüsva olursun.”
Kadın ve Aile dergimiz çıktığından beri bu tarihî fıkrayı düşünür dururum.
Yakın çevremden, canlı misallerden, yaşadığım olaylardan biliyorum: Bugün de arslanlar gibi, ne mücahit kızlarımız, ne kahraman bacılarımız, ne münevver müslüman hatunlarımız vardır aramızda. Bunları, muzır ve müstehcen neşriyat ve yıkıcı yabancı ideolojiler haktan ayıramamış, özünden koparamamıştır. Nefse, şeytana uymazlar, zevke sefaya dalmazlar, süfli fikirlere, yıkıcı cereyanlara kapılmazlar, batıl modalara uymazlar. Bunlar bizi biz yapan değerleri korur, İslâm’ı yaşamaya, imanı yaymaya, Allah’ın emirlerini tutmaya, yasaklarından kaçmaya çalışır, emr-i mâruf nehy-i münker yaparlar.
Kendi öz kültüründen kopmuş toplum tabakaları –ki maalesef adetleri bir hayli artmıştır– onları anlayamıyor; inançlarının gereği olan asil kıyafetlerini, omuzlarından dökülen zarif başörtülerini yadırgıyor, yer yer zorluk çıkarıp meşru haklarını ellerinden almaya çalışıyor.
Bazen de –şaşkın toplumun ve sapık münevverin ters baskısı yetmiyormuş gibi– aileleri, ana-babaları da onlara yüklenir, gevşetmeye, haktan döndürmeye uğraşır ama onlar asla yılmazlar.
Bizler bunları desteklemeli, kadirlerini bilmeliyiz. Bir insanın bunca baskıya rağmen pak inancında sebat etmesi kadar asil davranış olamaz. Bunlar bizim milli ve dinî hayatımızın, ahlâkımızın garantisi, toplumun temeli olan aile müessesesinin direği, istikbalimizin nuru ve umududurlar.
Allah sevgisinin, fedakârlığın, çilekeşliğin, batıla direnmenin ve hakta sebatın sembolü Hz. İbrahim’in yadigârı olan şu Kurban bayramında böylelerini candan tebrik eder, hepinize en iyi dileklerimi sunar, nice mutlu ve kutlu bayramlar dilerim, sevgili okuyucular.
*