Hicrî ondördüncü asrın son senelerindeyiz. 9 Kasım 1980’de Hicrî onbeşinci asra girmiş olacağız. Bu müstesna vakıa dolayısıyla dikkate değer bir zamandır. Hicrî yılbaşı ile birlikte Hz. Peygamber’in (sas.) şahsiyetine, hicret hadisesinin
tarihî ve mânevî ehemmiyetine, İslâm dininin mahiyet ve prensiplerine yönelmiş bulunuluyor. Geçtiğimiz günlerde bu
münasebetle birkaç beynelmilel toplantı da akdedildi. Bazı kitap ve mecmua yayınlanmaya başlandı. Yeni bir İslâmî faaliyet
havası esmeye, heyecan dalgası yayılmaya başladı. Hâlen birçok İslâm ülkesi, bazı kuruluş ve dernekler kutlama programları ve
faaliyetleri üzerinde çalışıyor.
İslâm muhalif ve muarızları ile birçok mülhid ve münkirin geçen asırdaki hakim zannı, umumiyetle dinlerin ve özellikle
İslâmiyet’in, modern ilmî ve teknolojik buluşlar ve gelişmeler karşısında er geç gerileyeceği ve zamanla sosyal hayattan
silineceği merkezindeydi. Şimdi aradan geçen zaman, bu zann-ı fâsidin boş ve batıl olduğunu göstermiş bulunuyor. Artık din ve
mâneviyatın insanlar ve cemiyetler için ferdî ve içtimâî, huzur ve mutluluk için taşıdığı önem, komünist ülkelerde bile kabul
edilmekte ve din varlığını sürdürmeye devam edecek görünmektedir.
Hele İslâmiyet, bunca açık ve gizli emperyalist baskıya, maddî, mânevî ve kültürel hücuma rağmen yine taptaze ve dipdiri
ayakta durmaktadır. Asırlar ve ilmî gelişmeler onu yıpratmamış, aksine teyit ve takviye etmiştir. İslâm, günümüzde, İslâm
ülkelerinde olduğu kadar diğer ülkelerde, Avrupa, Afrika ve Amerika’da gerçeği arayan bütün insanların yegâne ümidi ve nihaî
melcei haline gelme yolundadır. İnsanlığı kurtaracak yolu, hak dini ve rûha huzur verecek sağlam mânevî kaynağı arayan birçok
kimse, gerçek teselliyi, en nihayet onun, bir ana kucağı gibi sıcak ve samimi bağrına atılmakta buluyor.
Fertler gibi bazı devletler de buhranlardan kurtuluşu, İslâm nizamına yönelmek ve dönmekte bulmaya başlamışlardır. Çünkü
denedikleri diğer beşerî, siyasî sistemler, milletlerini madde ve mânalarıyla adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde saadete
ulaştırmakta yeterli olamamışlardır. Dünyanın pek çok yeri çalkantı, kargaşalık ve buhran içinde çırpınmakta, huzursuzluk
azalacak yerde yaygınlaşmaktadır.
Bugün artık pek çok kimse, net ve rahat bir şekilde, beşeriyetin kurtuluşunu İslâm’da görmekte, onun cihanşümul, adil ve
kâmil prensiplerinin değerini anlamış bulunmaktadır.
Bu, fevkalade mühim bir merhale ve iyi bir fırsat zeminidir. Bütün şuurlu ve samimi müslümanlar, bu oluşu kolaylaştırıcı,
yeni bir mesuliyet anlayışını benimsemeli, kendine teveccüh eden vazifeleri görüp ona göre çalışmalıdır.
Kısaca söylemek gerekirse onbeşinci hicrî asra yeni bir şevk, şuur ve canlılık içinde girmek için elden geleni yapmalıyız.
Bunun için önce kendi düşünüş ve davranışlarımıza yeniden çeki düzen vermek, sonra da diğer insanlara İslâm’ı tanıtmak ve
benimsetmek için kuvvetli bir kampanyaya girişmek gereklidir.
Hicret kutlamaları ve onbeşinci hicrî asrı karşılama çalışmaları kaçınılmaz bir fırsat ve güzel bir vesile olabilir. Bütün
din görevlilerini ve aktif müslümanları bu hususun detaylarını düşünmeye ve fırsatları değerlendirmeye davet ediyoruz.
Şunu unutmamalıyız ki bu konu bize göre şahsi ve mânevî kazancımız için olduğu kadar millî bekâmız, necat ve selametimiz
için de tek çare ve yegâne devadır.
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır!
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır.209