1 Ramazan 1442 | 13 Nisan 2021
 
89CADE1A-BFD6-47AF-AA5E-7FAB6EDCDDBC
Üye Girişi | Üye Ol
  • ANA SAYFA
  • KUR'AN-I KERİM
    • Okuyun
    • Dinleyin
    • Bilgilenin
  • SON PEYGAMBER
  • TASAVVUF
    • Tasavvufa Dair
    • Yolumuzun Esasları
    • Hatm-i Hacegan
    • Evrad-ı Şerif
  • M. ZAHİD KOTKU (RH. A.)
    • Hayatı
    • Fotoğrafları
    • Kitapları
    • Sohbetleri
  • M. ES'AD COŞAN (RH. A.)
    • Hayatı
    • İslam Anlayışı
    • Tasavvuf Anlayışı
    • Hizmet Anlayışı
    • Kitapları
    • Başmakaleleri
    • Sohbetleri
    • Fotoğrafları
    • Anma Programları
  • M. NUREDDİN COŞAN
  • SIK SORULAN SORULAR

  • Soru-Cevap
    • Sık Sorulan Sorular
Soru-Cevap > Sık Sorulan Sorular

TIBLA İLGİLİ ÇEŞİTLİ KONULAR



 

SORU: İslam açısından Tıp hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP: İslâm dini, sonsuz alemde insanın mutlu olarak yaşayabilmesi için oraya uzanan yolu gösterip belirttiği gibi, şu dünya hayatında mutluluğu ve sağlıklı yaşamı sürdürebilmek için, koruyucu tedbirler belirterek beşerin önüne sermektir. İnsanlık, tarih boyunca bundan faydalanmıştır. Bu koruyucu tedbirleri ifade eden ayet ve hadisler pek çoktur. Ama hepsini serdetmemiz mümkün değildir.
Bunun için biz örnek olarak birkaç tanesini zikretmekle yetineceğiz.
1. "Ve yiyiniz içiniz, ama israf etmeyiniz." (Araf-31) Herkesin bildiği gibi yemek ve içmek hususunda israf edip aşırıya kaçmanın çok hastalıklara vesile olduğu gibi. az yiyip perhize riayet etmek de şifaya vesiledir. İsraf ve aşırıya gitmek sadece yemek ve içmekle değil, her şeyde hatta ibadette dahi dinen sakıncalıdır.
2. "Allah pis ve zararlı şeyleri onlar için yasaklar." (Araf -157) Cenabı Hak bu ve benzeri ayetlerle fert ve toplum için zararlı olan her şeyin altında ya menfaat ya da zarar yatar, zararlı olursa haram, faydalı olursa helaldir.
3. "Ey iman edenler, şüphesiz içki. kumar, dikili putlar ve fal okları şeytanın işinden birer pisliktir. Ondan kaçınınız ki felah bulaşınız." (Maide -90) Görüldüğü gibi bu ayeti kerime saadete erişebilmek için beşerin madde ve mânâsını tahrip eden bu afetlerden uzaklaşmanın gerekli olduğunu beyan ediyor. Özellikle sekir verici ve uyuşturucu maddeler vücudu yıpratıp çeşitli hastalıklara sebebiyet veriyor. Yeşilay gibi cemiyet ve kurumlar bunlara karşı mücadele etse de ruha hitap etmediği için pek etkili olamıyor.
4. "Kolera hastalığının bir yerde olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde olursa oradan çıkıp başka vere gitmeyiniz." (Buhari -Müslim) Bu hadisi şerif bulaşıcı hastalıklardan korunup gerekli tedbiri almayı ve karantina usulünü göstermektedir.
5. "Misvak" ağızı temizler. Allah'ın rızasını kazandırır." (İbn. Hibban ve İbn. Huzeyıne) Bilindiği gibi ağzın iç mikropların üremesine ve yaşamasına uygun bir mekandır. Bunun için İslâm dini Abdest alırken, ağzımızı yıkamamızı ve misvaklayıp fırçalamamızı emretmiştir. Ağız ile dişleri temizleyen herşey misvaktır. O sadece Hicaz'da bulunan ağacın ismi değildir. İslâm dini tıbbın esaslarını teşkil eden bu düsturları tesis etmek suretiyle tıbbın ehemmiyetine ve evrenin en değerli meyvesi olan insana hizmet verdiğinden büyük bir değere haiz olduğuna işaret ediyor. Tabib olan kimse birçok insanın hayatını kurtardığı için çok onurlu ve şereflidir. İmanlı ve samimi olduğu takdirde insanlar nezdinde olduğu gibi Allah nezdinde de büyük bir değere sahiptir. Kur'anı Kerim, meâlen şöyle buyuruyor "Kim bir insanın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış olur." (Maide -32) Peygamber (sa.) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır." İmamı Şafiî şöyle buyuruyor "İlim iki dala ayrılır, birincisi din ilmi. ikincisi beden ilmi." (Keşfül Hefa 11, 68) Yani ilmin çeşitli dallan vardır. En önemlisi iki daldır. Birincisi insanın ebedî hayatını konu eden, saadeti için kendisine yön veren ilimdir. İkincisi ise, insan hayatıyla alâkalı olup, vücudunuzu konu eden ve tedavisi ile uğraşan acı ve ızdıraplarını dindiren tıp ilmidir. Ancak tabib olan kimsenin kendisine tahsis edilen yüce makama varabilmesi için bir takım sorumlulukları vardır. Onları öğrenip gereğini yapması gerekir.
Bunların bir kısmına işaret etmek istiyorum:
1) Tabibin tababet alanında tecrübe ve melekeye sahip olması gerekir. Gelişi güzel, tahmine dayanarak hastaları tedaviye kalkışamaz. Resulüllah (sa.) şöyle buyurmaktadır "Tıp ilmini öğrenmeden tedaviye kalkışan kişi sorumludur." (Hb. Davut)
2) Para kazanmaktan ziyade hastanın tedavi edilmesi gaye edi-nilmelidir. Tabib olan kimsenin amacı sadece para kazanmak ise söz konusu olan şeref ve değerden mahrumdur.
3) Hastanın ameliyatı ile müspet bir sonuç umuluyorsa, yapılmalı ve o alanda uzman kişilerin görüşlerine de müracaat edilmelidir. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır.
4) Tabibin samimi ve iffetli olması, özellikle bayanların tedavisi konusunda çok titiz olması gerekir. Avret yerinin açılması gerekiyorsa elbette açılacaktır. Ama ihtiyaca göre açılmalıdır. Türkiye'de uygulanan Tıp eğitiminde İslâm'a yer verilmediği için istenmeyen birçok hareket ve davranışlar meydana geliyor. Bazen hasta olan kimse ameliyathaneye alınıp, uyuşturulduktan sonra soyulup, üryan bir halde açıkta bırakılıyor. Bunu yapmak büyük bir vebaldir.
5) Hastalık tabibin branşının dışında ise hemen hastayı ilgili uzmana havale etmelidir.
6) Hastaya karşı, şefkatli ve merhametli olunmalıdır. Hastanın gönlünü rencide edici söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Maalesef. bazı tabib ve hasta bakıcılar hastayı suçlu gibi telakki ediyor. Azarlamak ve gönlünü rencide etmekten geri kalmıyor. 'Halbuki hasta olan kimse teselliye ve moral takviyesine muhtaçtır. Bunun için hasta ziyareti sünnet olarak kabul edilmiştir.
7) Hasta olan kimse bayan ise. muayehaneye alınırken eşi ile veya velisi ile birlikte alınmalıdır. Yalnız onu alıp, muayene etmek doğru değildir.
8) Müslüman tabibin “Bismillah” diyerek muayene ve tedaviye başlaması gerekir. Çünkü şifayı veren ne ilaç ne de tabibdir, Allah-u Teâlâdır.
 
SORU: İslâm dini ilim ve özellikle İslâm ilimlere önem vermektedir. Tıp ilmine karşı tutumu nasıldır?
CEVAP: Kur'anı Kerim’in muhkem kurallarıyla hayat ve sağlık için gösterdiği koruyucu tedbirlere göre insanoğlu yaşayabilirse bu sağlam ve sıhhatli bir yaşantı olacaktır. Bu kuralları ifade eden ayetlerin bir kısmı şunlardır:
1-"Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz..." (Araf-31) Herkesin bildiği gibi yemekte ve içmekte israf edip. aşırı gitmenin çok hastalıklara vesile olduğu gibi. az yiyip perhiz etmenin de birçok hastalıktan şifaya sebeb olduğu da bir vakıadır. İsraf ve aşırı gitmek sadece yemekte ve içmekte değil, her şeyde hatta ibadette dahi doğru değildir.
2- "Allah pis ve zararlı şeyleri onlar için yasaklamıştır." (Araf -157) Bu ayet ile benzeri ayetler insan hayatı için zararlı olan her şeyi yasaklamaktadır. Yani islâm dini. tıbben zararı kesin olarak sabit olan herşeyi yasak olarak kabul eder. Helâl ve haram olan her şeyin altında menfaat veya zarar yatar. Yani bir şey faideli ise helal, zararlı ise haramdır.
3- "Ey iman edenler şüphesiz içki. kumar, dikili putlar ve fal okları şeytanın işinden birer pisliktir." (Maide -90) Görüldüğü gibi bu ayet-i kerime saadet ve mutluluğa erişebilmek için sekr verip bedeni uyuşturan, tahrip eden, şarap ve afyon gibi şeylerden uzaklaşmanın gerekli olduğunu beyan ediyor. Son zamanlarda dünyanın birçok yerinde müskirat ve uyuşturucu maddelere karşı mücadele vermek için Yeşilay ve benzeri cemiyetler kurulmuş ise de yeterli olmuyor. Çünkü bunlar ruhsuzdur. Ama ruha hitap eden yüce İslâm dini ondört asırdır bunların zararını görüyor ve buna karşı amansız mücâdele veriyor. Bu sayede yüzmilyonlarca müslüman bu afetlerden uzak kalabilmiştir.
4- "Şüphesiz Allah, tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (Bakara-222) Temizlikten maksat hem elbise, hem ev, hem beden, hem çevre temizliğidir. Temizliğin sıhhate, sağlığa ne kadar yardımcı olduğu malumdur. Özellikle beden temizliği. Bunun için İslâm dini günde beş defa, ayrı ayrı vakitlerde eda edilen namaz için abdest alınmasını, toz toprağa daha ziyade maruz kalan el, yüz ve ayakların yıkanmasını, ağza ve burna üç defa su vererek, ağzın misvaklanmasını emrediyor. Ağzı temizleyen herşey, misvak sayılır. Bu günkü fırçada bir nevi misvaktır. Ayrıca en az haftada bir defa bedenin yıkanmasını emrediyor. Kur'anı Kerim'in hakiki müfessiri Peygamberimiz (sa.)’in Tıb ile ilgili birçok hadisi vardır. Hatta, Buharı gibi sahih hadis kitapları bu konu için bölümler oluşturarak onunla ilgili Peygamberdin hadislerini cem etmiştir. Bir çok İslâm alimi de Tıbbı Nebevi, yani Peygamberin tıbla ilgili sözleri hakkında kitap yazmışlardır. Bunlardan biri İmamı Suyutı'nin yazdığı (Ettıbbün - Nebevi) isimli kitabıdır. İslâmın yetiştirdiği büyük alim ve müctehidlerden biri olan İmamı Şafiî şöyle diyor "İlmin çeşitleri çoktur. Ama gerçek ilim din ilmi ile beden ilmidir, yani tıp ilmidir." Şüphesiz din ilmi, tıp ilminden üstündür. Zira din ilmi, insanı Allah'a bağlar. Allah ile kul arasında irtibatı sağlar. Sahibini ebedi saadetlere götürür. Ama tıp ilminin de kıymeti az değildir. Zira onun konusu insandır. İlmin şerefi, konusunun şerefine göredir. Tıb ilmi yeryüzüne hâlife olarak yaratılmış insan hayatının devamına ve sağlığına ve böylelikle Allah'ın kullarına hizmet ettiği için mümtaz bir mevkiye sahiptir. İslâmî ilimlerden sonra beşeriyete en büyük hizmet veren, şüphesiz tıp ilmidir. Bir insanın kurtuluşuna vesile olmak, dünya kadar büyük bir hizmettir. Kur'an-ı Kerim, bütün insanları bir tek insan, bir tek vücut olarak kabul ediyor. Bu sebeple bir insanın hayatını kurtarmak, bütün insanların hayatını kurtarmak gibidir. Tıp nice kederli, sıkıntılı, muzdarip insanları sıkıntıdan kurtarıp, tedavi ederek şifaya, huzura kavuşturuyor. Bu ne büyük bir hizmet, ne büyük ibadettir. Peygamber Efendimiz (sa.) şöyle buyuruyor. "Bir kimse, müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse, Allah da ona mukabil kıyamet gününün kederlerinden birini giderir." Bir sadaka verip, muhtaç olan kimseye yardım elini uzatmak, Mevlâ'nın rızasına vesile olduğu gibi, ızdırap içerisinde kıvranan rahatsız bir insanı tedavi edip, ızdırabını dindirmek de elbette Mevlâ'nın rızasına vesiledir. Demek oluyor ki dini ilimlerden sonra en kıymetli, en değerli ilim tıp olduğu gibi, en şerefli insan da alim, salih kimselerden sonra tabib ve hekimlerdir. Tabii bunun için iman ve samimiyet şarttır. Türkiyede uygulanan tıp eğitiminde İslâm'a yer verilmediği için, İslâm'a ters düşen çok hareket ve davranışlar mevcuttur. Ve bunlar adet haline geldiği için göze de çarpmıyor.
Bunun için müslüman tabiblerin tababet ve tedavi işini İslâm'a uygun olarak yürütmeleri gerekiyor. Şöyle ki:
1. Muayene ve ameliyat için avret yerlerinden açılması gereken yerler varsa elbette açılacaktır. Ama ihtiyaç nispetine göre açılması gerekir. Avretin her tarafını açmak haramdır. Caiz değildir. Peygamber Efendimiz (sa.) şöyle buyurdu "Gerek olmadan avret mahalline bakanın ve bakdıranın üzerine Allah laneti vardır." İslâm'a göre erkeğin avreti göbek ile diz arasıdır. Kadının avreti ise el ve yüzü müstesna bütün vücududur. Bazen hasta olan kimse ameliyathaneye alınıyor. Uyuşturulduğunda gelen gidenin gözü önünde çırılçıplak soyulup, açıkta bırakılıyor. Kesinlikle bu iş caiz değildir, haramdır. İslâmi olmayan bu adet bize dışardan gelmiştir.
2. Çoğu zaman muayeneye gelen rahatsız kadın, yalnız olarak muayeneye alınıyor, gereği olmadan kocası veya mahremi dışarıda bırakılıyor. Bu hareket de doğru değildir, haramdır.
3. İmkân varsa hasta olan kimseyi bayan ise bayan doktora, erkek ise erkek doktora muayene ve tedavi ettirmek lazımdır. Ama imkân yoksa veya mevcut olan ehil değilse tersini yapmak caizdir. Yani bayanı erkek doktora, erkeği bayan doktora muayene ettirmekte sakınca yoktur.
4. Tabibin gayesi para kazanmaktan ziyade, hastanın şifaya kavuşması olmamalıdır. Bunun için bu hususta samimiyet çok önemlidir.
5. Hastaya şefkat ve merhamet edip, teselli etmek lazımdır. Çünkü hastaya şefkat edip. teselli vermek, onun moralini yükseltmek bir nevi tedavi sayılır. Hasta olan kimse teselliye çok muhtaçtır. Bunun için yüce dinimiz teselli verip, moralini takviye etmek için hastanın ziyaretine gitmeyi sünnet hatta, vacip kılmıştır.
6. Hastalığı teşhis edebilmek, tedavi veya ameliyat yapmak için çok dikkatli olmak icap eder. Çünkü ortada bir insan hayatı vardır. Bu hususta tabibin meslektaşlarının görüşünden, teşhise yardımcı olan röntgen ve tahlillerden istifade etmeyi ihmal etmemesi gerekir. Zira yanlış teşhis ve tedavi insanın hayatına mal olmaktadır. İslâm Hukukuna göre mahir olmayan bir tabib, ameliyat etmeye kalkışıp hastanın ölümüne sebebiyet verse, Allah'ın indinde mesuldür. Aynı zamanda ölenin diyetini vermekle mükelleftir.
7. Müslüman tabibin Allah namına, Bismillah diyerek hastayı tedavi edip, şifayı Allah'tan dilemesi icap eder. Çünkü şifayı veren ne tabib ne de ilaçtır. Ancak-Allah-û Teâlâdır. Kur'anı Kerim Hz. İbrahim'e atfen şöyle buyuruyor: "Hastalandığımda o bana şifa veriyor."
8. Hasta vefat ederse ki. vefat herkes için haktır, hayatta olduğu gibi vefatından sonra da kendisine hürmet etmek icap eder. Bedeni üzerinde herhangi bir inceleme icap ederse ölüye saygılı davranmak gerekir. Tıp ile ilgili şu hususu da dile getirmek istiyorum İslâm'da hasta olan kimseyi tedavi etmek makbul ve matlup olduğu gibi, hasta için dua etmek, üzerine şifa ayetlerini okumak da sui istimal etmemek şartıyla makbuldür. Peygamber Efendimiz (sa.) yatarken Felak ve Nas sûrelerini okurdu.
 
SORU: Hasta kadını muayene eden doğum uzmanının abdest durumu nedir?
CEVAP: Hasta kadını muayene eden doktor, erkek olsun kadın olsun hanefi mezhebine göre abdesti bozulmaz. Şafiî mezhebine göre ise doktor erkek olduğu takdirde kadının çıplak vücudunun herhangi bir yerine dokunursa abdesti bozulur. Kadın ise, elinin içi, muayene olunan kadının tenasül organına dokunursa abdesti bozulur.
 
SORU: Hasta kadını muayene eden doğum uzmanının abdest durumu nedir?
CEVAP: Muayene olan hanımın gusül abdesti gerekir mı Hanefi olan bir hanımın muayene sonunda abdesti bozulmadığı gibi gusülde gerekmez. Çünkü gusül, meninin çıkması, ilişki sebebiyle veya adet ve lohusadan temizlenmesi ile farz olur.
 
SORU: Vaginal ve rektal ilaçlar kullandıktan sonra abdest durumu nedir?
CEVAP: Vaginal ve rektal ilaç kullanmak abdesti bozmaz. Ancak, iğne gibi bir şey vücuda zerk edilirse İmamı Âzam'a göre oruç bozulur. İmameyne ve Şafiî mezhebine göre orucu bozmaz. Fakat mide, makat ve benzeri yerlere ilaç dokunursa orucu bozar.
 
SORU: Ramazanda vaginal muayene yapılır mı?
CEVAP: İmkân varsa vaginal muayenesi gece vakti yaptırmaya gayret etmelidir. İmkân yoksa gündüz de yapılabilir. Hanefi mezhebine göre bir zararı yoktur. Yalnız muayene için kullanılan eldivene ilaç sürülürse o zaman orucu bozar. Hanefi mezhebine göre bir şey mide. makat veya tenasül organına girerse baş ucu dışarıda olduğu takdirde oruç bozulmaz. Safi mezhebine göre ise oruç bozulur.
 
SORU: Bir çok hanım ramazanda oruca niyetli iken nisaiye uzmanına gidiyor ve oruca devam edeceğim diyor, bu hanımın orucu olur mu?
CEVAP: Bir hanım ramazanda oruçlu iken, nisaiye uzmanına gidip muayene olursa, muayene esnasında içeriye nüfus edecek şekilde ilaç kullanmazsa hanefiye göre orucu bozulmaz. Şafiî mezhebine göre ise bozulur.
 
SORU: Endikasyon olmadan tetkik yapılması uygun mudur?
CEVAP: İhtiyaç ve gerek olmadan tetkip edip. avret mahallini açmak caiz değildir. Ama hastalık emareleri mevcut ise o zaman caizdir.
 
SORU: Endikasyon olmadan keyfi ameliyat yapılabilir mi ?
CEVAP: Endikasyon olmadan keyfi ameliyat ve vücudun herhangi bir yerine müdahale etmek caiz değildir.
 
SORU: Tam teşekküllü hastanelerin bulunduğu yerlerde evde ebe refakatinde doğum yapmak caiz midir?
CEVAP: Tam teşekküllü hastane olduğu halde durum normal ise, ebe refakatinde evde doğum yapmak caizdir. Ama tehlikeli bir durum varsa ve ebe de bu işin ehli değilse bu işi ona bırakmak caiz değildir.
 
SORU: Biz ultrasyoğrafi ile 3 haftalık gebeliğin testini yapabiliyoruz. Bu gebeliğin bozulması halinde hüküm adet hali hükmüne mi giriyor yoksa lohusa hali hükmüne mi giriyor?
CEVAP: Hanefi mezhebine göre düşük olursa, şayet organları belirlenmiş ise lohusa sayılır. Kan geldiği müddetçe namaz kılınmaz, oruç tutulmaz. Ama organları teşekkül etmemiş ise ne adet, ne lohusadır. Namazını kılacak, orucunu tutacaktır, o bir özür sayılır.
 
SORU: Anembiryonik gebeliklerde cenini göremiyoruz, bazen 3 ay bekliyor. Hastaları kürtajla neticelendiriyoruz, bunun durumu nedir?
CEVAP: Yukarıda belirlendiği gibi ceninin organları teşekkül etmiş ise lohusa sayılır. Yoksa ne lohusa ne adettir. Namaz kılınacak, oruç tutulacaktır.
 
SORU: Düşük ceninin çöpe atılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz, kaç ay sonunda gömülmelidir, ceninin ismi konulur mu, ne zaman konulmalı, düşüklerin namazı kılınır mı ?
CEVAP: Düşük cenin et parçası haline geldikten sonra bir parça beze konulup yere gömülmelidir. Çöpe atmak caiz değildir. Şayet dünyaya canlı gelip ondan sonra vefat ederse; hem kefenleneçek, hem namazı kılınacak, hem de isim verilecektir. Ama cansız olarak dünyaya gelmiş ise; o zaman bir bez parçasına sarılıp bir yere defnedilmelidir. Çöpe atmak kesinlikle caiz değildir.
 
SORU: Düşüklerden sonra cinsel yaklaşım hakkında düşünceniz nedir?
CEVAP: Şayet düşüğün organları belirlenmiş ise, anne lohusa sayıldığından kanı kesilmedikçe cinsi ilişkide bulunmak caiz değildir. Ama organlar teşekkül etmemiş ise cinsel ilişki yasak değildir. Ancak kan devam ettiği takdirde cinsel yaklaşım sağlıklı değildir.
 
SORU: Çok düşük yapan, anomalik doğum yapma ihtimali olan veya sadece tarama amaçlı hastaların isteğine bağlı, tıbben bilinen metod ile tetkik edilmesinde bir sakınca var mıdır ?
CEVAP: Çok düşük yapan veya anomalik doğum yapan kadın için tıbben bilinen test tahlil metodu ile durumu tespit etmekte fayda mülâhaza edilirse bunda bir sakınca yoktur.
 
SORU: Düşük doğum veya değişik nedenle hayatına son verilen bebeklerin pilaserterlerinden kozmetik sanayide faydalanılıyor (krem vs.) bu konuda düşünceleriniz nedir?
CEVAP: Cenin veya bebek, insanın temeli ve esasını teşkil ettiği için bebek de insan veya onun temeli olduğu için kesinlikle onu kozmetik sanayide kullanmak haramdır ve büyük bir vebaldir.
 
SORU: Beylerinde veya kendilerinde ruhsal saplantı olan, ikna edilemeyen hanımlarda göğüs, karın veya genital organlarda düzeltme ameliyatları yapılabilir mi?
CEVAP: Bir organda normal olmayan bir durum varsa ve ayıp veya çirkin sayılacak bir biçimde ise. ameliyat veya lazer ile düzeltilmesi mümkün olursa onu düzeltmekte bir sakınca yoktur. Ama organ normal olup. çirkin göstermiyor ise ameliyat edilmesi caiz değildir. Zaruret sayılmadığı için haramdır. Mesela; birinin burnu eğri ve çirkin bir durumda olursa ameliyat olmasında bir sakınca yoktur. Normal ise daha güzel olması için ameliyat edilmesi caiz değildir.
 
SORU: Bu tip ameliyatlar keyfi yapılabilir mi?
CEVAP: Keyfi olarak ameliyat yapılamaz.
 
SORU: Tecavüze uğrayan veya çeşitli nedenlerle (düşme vs.) kızlık zarı bozulan hanımlarda kızlık zarı tamir yapılabilir mi?
CEVAP: Tecavüze uğrayan veya düşme gibi bir sebeple masum ve günahsız olduğuna göre ayıbını örtmek ve ifşa etmemek amacıyla onun tamirinde bir sakınca yoktur. Ama keyfi olarak bunu tamir etmek zaruret olmadığı için caiz değildir ve avretinin açılması haramdır.
 
SORU: Avrupa ve Amerika'nın birçok salonda olduğu gibi tıp alanında da ilerlemiş olması, insan vücudu üzerinde yaptıkları incelemelerle yakından ilgilidir. Dinen insan vücudu üzerinde inceleme yapmak caiz midir?
CEVAP: İnsan ve hayvan vücudunu konu edinip onu inceleyen bilim teşrih ve anatomi bilimidir. Bu bilim çok eski bir bilim olmasına rağmen müctehit ve fakihlerimiz ondan pek söz etmemişlerdir. Haram olduğu söylenmemekle beraber helâl olduğu da ifade edilmemiştir. Bu bilim çok eskidir dedik. Çünkü o Milattan dört asır evvel okunmakta idi. O zamanlar Hiropils isminde bir alim bu sahada çok araştırma yaparak ün kazanmıştır. Aynı şekilde, M.S. 2. asırda Carinos da bu sahada çok çalışmıştır. Evet fakihlerimiz müsbet olsun veya menfî olsun dile getirmemişlerdir. Yalnız zamanın bazı alimleri bundan söz ederek katilin ortaya çıkarılması veya ölüm sebebini öğrenmek, yahut insan vücudu üzerine araştırma yapıp bilgi elde etmek için otopsi yapılmasında bir sakınca olmayacağını beyan ediyorlar. Vehbez-Zuhayli "El Fıkhu'l-İslâmi ve Edilletuhu" isimli kitabında bu durumu açıklıyor. Yalnız ölünün sahipleri izin vermeden bu işi yapmak fitneye sebebiyet vereceğinden caiz değildir, izin verirlerse caizdir. Farzı kifâye olan tıp ilmini daha iyi kavrayabilmek için hayvan üzerinde inceleme yapıp otopsi yapmakta bir beis yoktur.

 
ORGAN NAKLİ
 
SORU: Organ nakli hakkında ne düşünüyorsunuz?
CEVAP: Organ nakli meselesi yeni değil, çok eskilere dayanıyor. Ancak İslâm'a göre bir kimse organ nakline muhtaç olursa, önce eti yenen hayvan organından istifade edilmesi mümkün değilse, eti yenmeyen hayvan organından istifade edilebilir. O da mümkün değilse, ölmüş bir insanın veyahut hayatta olan bir insanın organından istifade edilebilir. (Böbrek nakli gibi). Bunda bir sakınca yoktur. Yeter ki canlı insanın organından istifade söz konusu olursa, onun hayatı tehlikeye düşmemesi gerekir. Ancak para karşılığında insan organı satılamaz.
 
SORU: Anensefal (Beyinsiz çocuk) gibi kesinlikle yaşamıyacak bebekler organ nakli için kullanılabilir mi?
CEVAP: İslâm Hukuku'na göre canlı bebek, ileride yaşaması mümkün olmasa da onu öldürüp organlarından istifade etmek kesinlikle haramdır.
 
SORU: Organ naklinin İslama göre hükmü nedir?
CEVAP: Organ nakli meselesi içtihadi bir mesele olup onunla ilgili bir nas bulunmamaktadır. Yani hakkında ne Kur"ân-ı Kerim'in ne de hadis-i şerifin açık bir ifadesi yoktur. Ayrıca İmamı Azam ve İmamı Şafiî büyük İslâm hukukçuları da -zamanlarında vaki hatta mutasavvar olmadığından -açıkça onu dile getirmemişlerdir. Ancak onun hükmünü ihsas eden ayet ve hadisler olduğu gibi birçok müctehidlerin içtihadı da ona işaret etmektedir. Kurân-ı Kerim şöyle buyuruyor Sizlere ancak leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası için boğazlanmış olanı haram kıldım. Bir kimse bunları yemeye mecbur kalırsa, zulmetmeden ve haddi aşmadan onları yiyebilir. Allah bağışlaycı ve merhametlidir. (Nahi suresi 15. ayet) Peygamber (sa.) de şöyle buyuruyor: “Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız” (Buhari ve Müslim).
El İzz bin Abdisselam, İmamı Nevevi, Hatibi Şirbini, İbnul Arabi ve İbnul Kudame gibi birçok büyük İslâm hukukçuları "Başka yiyecek bulamayan ve açlık ölümü ile başbaşa kalan kimse hayatını kurtaracak kadar insan ölüsünden yiyebilir" diye beyan etmişlerdir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, başka çare olmadığı takdirde ölmüş bir kimsenin organını, kurtuluşuna vesile olacak bir hastaya nakil etmekte dini bir sakınca yoktur. Zira leş. kan ve domu/ eti gibi haram olan bir şeyi zaruret halinde helal olduğuna ve buna binaen de hayatı kurtaracak kadar, ölmüş bir kimsenin etini yemekte caiz olduğuna göre, elbette ölmüş bir kimsenin organını muhtaç bir kimseye nakil etmekte caiz olacaktır. Kurân-ı Kerim şöyle buyuruyor: “İyilik ve takva yolunda yardımlasınız.” (Maide 2) Bir kimse organlarını bağışlayıp öldükten sonra muhtaç kimselere verilmesini vasiyet ederse, ölümünden sonra varislere engel olmazlarsa vasiyeti göz önünde bulundurabilir. Bir kimse hayatta olduğu halde böbrek gibi çift organlarından birisinin her iki böbreği çalışamaz halde bulunan bir kimseye nakledilmesinde yine dini bir sakınca yoktur.
 
ÖTENAZİ
 
SORU: Son günlerde sıkça ötanazı, yani insanın kendi hayatına son vermesi İslâm dinine göre nasıl yorumluyorsunuz?
CEVAP: İnsan denilen varlık evrenin biricik meyvesi ve Allah'ın en değerli yapısıdır. Bu değerli yapıyı yok edip yıkmak, şirkten sonra en büyük cinayet ve en büyük cezaya vesiledir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Teammüden bir mümini öldüren bir kimsenin cezası sonsuz (denilecek kadar) cehennem azabıdır.” (Nisa 93) Peygamber (sa.)'de şöyle buyuruyor: “Öldürücü yedi günahtan sakının. (Bunlar nelerdir diye sorulduğunda) Cenabı Peygamber (sa.) buyurdu ki: “Allah'a şirk koşmak, büyü yapmak, Cenabı Allah'ın öldürülmesini yasakladığı bir kimseyi kati etmek, faiz yemek, yetim malını yemek, savaşa sırt çevirip kaçmak ve iffetli bir şeyden haberi olmayan imanlı kadınlara iftira etmektir.” (Buhari-Müslim.) Başkasının hayatına son vermek böyle ağır cezayı gerektirdiği gibi, insanın kendi kendini öldürüp yok etmesi veya ettirmesi aynı cezayı gerektiriyor. Zira insan Allah'ın yapısı olduğundan kendi kendine malik değildir. İstediği gibi kendinde tasarruf etmeye hakkı yoktur. İnsan çeşitli afet ve eziyetlere maruz kalıp zor şartlar altında bulunabilir, buna karşı görevi, sabredip, tahammül etmek ve Mevla'nın şefkat ve merhametini dilemektir. Mal sahibi ve mülk sahibi O'dur. İstediği gibi tasarruf edebilir, dilediği gibi evirip çevirebilir. Bunun için insan çok sıkıntılı bir hayatta da olsa. en ağır şartlar altında da bulunsa sabırsızlık etmemelidir. Hele intihara teşebbüs edip hayatına son vermesi en büyük isyandır. Kurân-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor "Kendi kendinizi öldürmeyiniz. Allah size karşı merhametlidir." (Nisa 29) Peygamber (sa.) de şöyle buyuruyor: "Bir kimse kendini bir dağın zirvesinden atıp öldürürse ebediyen cehennemde yuvarlanıp duracaktır. Bir kimse de bir zehir alıp kendini öldürürse, ebediyyen cehennemde zehir alıp yudumlayacaktır. Bir kimse de bir demir ile kendini öldürürse, ebediyyen cehennemde demir ile kendi kendini dövecektir.”
 
SORU: Kendi hayatına son vermenin geçerli bir sebebi olabilir mi?
CEVAP: Buhari ve Müslim'in rivayetlerine göre, Müslümanlar müşriklerle savaş ettiler, bilahare İslâm ordusu ile müşrik ordusu geri çekildiler. Peygamber (sa.)'in sahabilerinden birisi düşman ordusundan herhangi bir kimseye rast geldiğinde, takip edip kılıcıyla vurdu. Ashab bugün bu adamın yaptığı şeyi bizden hiç kimse yapmadı dediler. Bunun üzerine Peygamber (sa.) buyurdu ki: "Ama bu adam cehennemliktir." dedi. Bunun üzerine birisi, ben asla ondan ayrılmayacağım dedi ve onu takip etti, durduğu zaman bu adam da durdu, yürüdüğü zaman yürüdü ve nedicede takip ettiği adam ağır bir yara aldı ve bunun neticesine dayanamayarak ölmek istedi ve kılıcını yere koyarak, kılıcın ucunu da göğsüne dayayarak kendini öldürdü. Bunun üzerine onu takip eden adam Peygambere (sa.) gitti ve dedi ki; "Gerçekten senin Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik ederim." Peygamber (sa.) "nasıl?" dedi. Adam dedi ki. "Hani filân adam cehennemliktir dediğinde, halkın tuhafına gitti, ben de bunun üzerine, ağır yara alıncaya kadar adamı takip ettim ve dayanamayarak o yarasından dolayı, ölmek istedi ve kılıcını yere koydu, ucunu göğsüne dayandırarak kendini öldürdü." Bunun üzerine Peygamber (sa.) buyurdu ki "Bazı kimseler var ki, ehli cennetin amelini yapar, halbuki kendisi cehennemliktir." Bütün bu ayet ve hadisler açıkça gösteriyor ki. şartlar ne olursa olsun, bir insan, Allah'ın öldürülmesini mubah kıldığı kimse hariç, hiçbir insanın hayatına son vermeye yetkili olmadığı gibi kendi kendini de yok etmeye ve ettirmeye yetkili değildir.



iskenderpasa.com Hukuki Şartlar | İletişim Yardım | Site Haritası
Copyright 2014 Avustralya MEC Topluluğu All Rights Reserved. Sık Kullanılanlara Ekle | Tavsiye Et