Din ve ilim üzerine çok yazı yazılmıştır. Bazı kişiler bu ikisini birbiriyle çatışır gösterirler. Bu iddia, batıl inançlara ve tahrif olunmuş saçma dinlere salik olan toplumlar için kısmen doğru olsa bile bizim toplumumuz için asla geçerli değildir. Çünkü yüce İslâm dinimiz, şu anda yeryüzünde mevcut olan diğer dinlerden çok farklı ve çok üstündür.
Bizim din ve imanımız, hem dünya, hem âhiret saadetinin sebebi ve membaıdır; çünkü adalet duygusu, hakikat saygısı, ilim aşkı, dürüstlük tutkusu, sanat zevki, kemal zevki, hizmet şuuru, insan sevgisi, sorumluluk idraki, feragat iz’anı, şecaat vasfı, şehadet arzusu, cihat azmi, fazilet hissi... yani bütün makbul sıfatlar ve memduh hasletler oralardan doğmakta ve beslenmektedir; dolayısıyla maddî ve mânevî kalkınmamızın vazgeçilmez şartı ve en önemli unsuru olan “kâmil ve kaliteli insan” kadromuz, onların feyizli ve nurlu gölgesinde yetişecek; özlenen ve özlenilen ferdî ve içtimaî refah ve saadete ulaşmak onlarla sağlanabilecektir.
Yıllar boyu münkirlerin kahrını çekiyoruz. Birtakım nasipsiz kişiler, uzun zamandan beri, asil milletimizin temiz inancını, yüce ahlâkını, sinsi ve şuurlu bir çalışma ile dejenere etmekte, dış düşmanlara yardımcı olmaktadırlar. Bilhassa Tanzimat devrinde kazandıkları haklarla teşkilatlanan azınlıklar, gücümüzü kırmak isteyen Garb’ın kuvvetli desteği ile dinsizliği Osmanlı münevver tabakası arasında tutundurmuş ve geliştirmişlerdi. Bugün de onların bakiyesi olan ateistler, idare, eğitim ve kültür hayatımızda çok müessir role ve zengin araçlara sahiptirler; güçlü teşkilatları, yazarları, yayınları, müesseseleri, bütçeleri vardır. Bunlarla efkâr-ı umûmiyeyi şekillendirmeye ve yöneticileri yönlendirmeye çalışır, kısmen de başarılı olurlar.
Yakın yılların dehşet verici olaylarıyla açıkça gördük ki dini ihmal ve imanı inkârın faturası, bu dünyada bile korkunçtur. Dinsiz ve imansız yetiştirilen nesiller ancak asi, insafsız, küstah, cahil, gaddar, hain, komünist, nihilist, pesimist, egoist, nüdist, alkolist ve anarşist olabiliyor; sevgiden, saygıdan, acımadan, hoşgörüden, fedakârlıktan, samimiyetten, sorumluluk taşımadan, güvenilirlikten nasipsiz kalıp, yaşadığı, yetiştiği toplumun başına püsküllü bela kesiliyor; ferdî âkıbetleri de genellikle rûhî bunalım, bedenî çöküntü, aklî muvazenesizlik, çıldırma, intihar, hapis veya idam şeklinde tecelli ediyor.
Çünkü dinsizlik insan tabiatına, akla, mantığa, ilme, irfana aykırıdır. Ciddi ilim, iman etmeyi gerektirir. Büyük alim ve filozofların kahir ekseriyeti inançlı kişilerdir. İnançsızlar azınlık ve istisnadır. Modern ilmî gelişmeler, dini yıkmamış bilakis iman hakikatlerini takviye etmiştir. İnkârcılık artık 19. yüzyılda kalmış çağ dışı bir cereyan durumundadır.
Tekrar geriye dönmek, kısır döngüye düşmek, olanları görmezlikten gelmek, olayları unutmak, gerçeklere kulak tıkamak fevkalade anlamsızdır. Yeniden ateizmin propagandasını yapmak, müslüman mahallesinde salyangoz satmak, halka sadece antitezi vermeye çalışıp, gerçeklerin tebliğ ve talihini çelmelemek milletimize sadece zarar verir.
Ey münkirler!
Biz insanlar ve çevremizdeki varlıklar güçlü değil âciz; hâkim değil mahkum; bâki değil fâni, kâdir değil makdur; fâil-i muhtâr değil, çok kere mecbur ve muzdar olduğumuza göre kâinâtı yaratan ve yöneten alim bir hâlık, hâkim bir mutasarrıf, rahim bir Rab ve müteal bir sahibimiz olduğunu kabule mecbursunuz. Aksi takdirde kâinâtın var oluşunu bir sebebe bağlayamaz, mevcut harika nizamın yıldızlar ve atomlar âleminin (makro ve mikro kozmosun) şahâne ahenginin hayranlık uyandıran matematiksel intizamının mantıkî izahını yapamazsınız. Sizin fikir (!) kitabınızın başı ve sonu kopuk ve eksik kalır.
Siz fâsit bir fikirden ziyade, galiba fikirsizliğe, şeytana, nefse, sekse, paraya, kadına, menfaate, maddeye ve fâni hayata kapılmakta ve tapınmaktasınız.
Ey mü’minler!
Mademki münkirler bu kadar faal, katı ve mütecavizdir, o halde siz de gayrete gelmeli, doğrunun ve güzelin tebliğine çalışmalı; açık-seçik, tavizsiz ve tevilsiz gerçeği söylemeli, İslâm’ı eksiksiz anmalı; göğsünüzü gere gere “Ben de müslümanım!” diyebilmeli, inancınızı gönlünüzce yaşamalı ve baskılara boyun eğmemelisiniz.
Sanırım şu sırada yapılacak en önemli işimiz budur.
*