Allah (celle celâlüh) kendisi, bir kulunu sevdi mi, gök ve yer ahalisine de sevdirir, saydırır.83 En sevdiği kimseler ihlaslı, müttakî, sabırlı, merhametli, fedakâr, vefakâr, mütevazi, cömert, hizmet ehli, halka faydalı, mücahid, alim, fazıl, abit, zahit kişilerdir. Ecdadımız umumiyetle bu sıfatlara sahip, mübarek, evliyâ kimselerdi. Onun için cümle cihan müslümanları, onları candan sevdiler, onlara hayran oldular, saydılar, teveccüh gösterdiler, onları kendilerine rehber ve başkan ve baş tacı edindiler. Allah cümlesinden razı olsun, nur içinde yatsınlar!
Onların yüzü suyu hürmetine, dünyanın neresine gitsek, içten bir ilgi, derin bir sevgi ve büyük bir itibar görüyoruz. Dünya müslümanları bizi gazi ve mücahid Osmanlıların devamı olarak görmek istiyor, bizden İslâm’a ve kendilerine büyük fayda ve destek gelecek diye bekliyor; bazı mazlum ve mağdur halklar, hâlâ bizim gidip onları kurtaracağımızı umuyor.
İnşallah bizler de onların bu umutlarını boşa çıkarmayız! Önümüzde bizi bekleyen çok hayırlı ve çok sevaplı hizmetler var. Gelecek yıllar müslümanlara çok ümitler vaat ediyor.
Bizim Avrupa’ya katılmaya hiç ihtiyacımız yok, Amerika’nın dümen suyu boyunca gitmeye mecbur değiliz. Zaten onlar her hadisede, dönekliklerini, bizi sevmediklerini, bizim salah ve felahımızı asla istemediklerini açıkça gösteriyor, ahitlerini bozuyor, daima bizi zarara sokuyor, birliğimizi parçalamaya çalışıyorlar. Zavallı yarı aydınlar ve kör batıcılar bunu ne zaman anlayacaklar? Tarih boyunca aldananlar daha ne kadar aldanmaya devam edecekler?
Şimdi olaylar süratle gelişti, dünya şaşırtıcı değişmelere sahne! Zaman bizim lehimize çalışıyor elhamdülillah!
Türkistan’da, Kafkasya’da, Balkanlar’da, Avrupa’da, Afrika’da, Amerika’da, Avustralya’da, Orta Doğu’da, Güneydoğu Asya’da... biz müslümanlar için büyük hizmet sahaları açılıyor. Dış ülkelerde bizler için bitmez tükenmez kazanç imkânları, iş, ticaret ve çalışma alanları mevcut. Patlama tarzında büyüyen nüfusumuzu ve geçim yolu bulmaya çalışan yeni mezunlarımızı, kalifiye eleman ve işçilerimizi oralara yöneltmeliyiz, emsalsiz itibar, prestij ve avantajlara sahibiz.
Yahudiler, Ermeniler, Yunanlılar, İspanyollar, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar... dünyanın her yerine dağılmış, yayılmış, köşe başlarını, zengin kaynakları ele geçirmiş; ama bizim de onlarda bulunmayan bazı üstünlüklerimiz var; bizler de muazzam bir potansiyele, emsalsiz şeref ve itibara, büyük prestij ve avantajlara sahibiz.
1. Her şeyden önce ilmî ve mantıkî, yüce ve asil, doğru ve sâfî bir dinimiz var. En büyük sermayemiz bu. Bununla hem dünya izzeti hem de âhiret saadeti kazanılır. Sahâbe-i kirâm Peygamber Efendimizden (sas.) sonra nasıl kendi yurtlarını terk etti, nice uzak diyarlara gitti, İslâm’ı cihana yaydı, nice izzet ve şeref, hürmet ve itibar, mal ve mülk, mevki ve makam, nam ve şan kazandı ise bizler de aynı şekilde İslâm’ı yaymak için tüm imkânlarımızı seferber etmeliyiz. Ancak bu yolla o mükâfatlara erilebilir; Allah’ın lütfu, nusret ve inayeti, dünya ve âhiret saadeti ancak böyle elde edilebilir.
2. Şanlı tarihimiz ve tarih içinde îfâ ettiğimiz hilafet görevimiz dolayısıyla tüm dünya müslümanlarının gözünde ve gönlündeyiz. Bu teveccühü iyi değerlendirmeli, onlara dostluk elimizi tekrar uzatmalı, yardımcı ve destekçi olmalı, müşterek bir İslâm bloğu oluşturmalı, ticaret, sanayi, turizm, eğitim, ulaşım, haberleşme, savunma ve kalkınma konularında iş birliği ve güç birliğini mutlaka tahakkuk ettirmeliyiz.
3. Balkanlar, Orta Doğu, Afrika, Orta Asya ve Kafkasya ile din, dil, ırk, tarih ilişkilerimiz çok müsbet ve derin. Oralardaki soydaş ve dindaşlarımıza karşı özel sorumluluklarımız, öncelikli görevlerimiz ve borçlarımız da var.
Bu sebeplerden millî eğitimimizi, değişen dünya şartlarına göre mutlaka yeniden düzenlemeliyiz.
Okullara Türk dili lehçeleri dersi koymalı, dış Türklerin durumlarını genç nesillerimize iyi tanıtmalıyız.
Yeni nesillerimize çok iyi ve işlek Arapça öğretmeliyiz, kuvvetli bir iman şuuru aşılamalı, İslâm dinini çok iyi tanımalarını; başkalarına tanıtacak ve sevdirecek bilgi ve görgüleri kazanmalarını behemehal sağlamalıyız.
Öncelikle İslâm milletleriyle çok yakın münasebetler ve sağlam iş ve ticaret ilişkileri kurmalı, kendi içimize kapalı kalmamalı, yurt dışına cesaretle açılmalı, dünyaya yayılmalı, her yere yerleşip oralarda koloniler kurmaya gayret göstermeliyiz.
Çevre komşuları başta olmak üzere tüm dünya devletleriyle ilişkilerimizi geliştirmeye, onların dil ve kültürlerini inceleyip çok iyi öğrenmeye çalışmalıyız.
İşte bu ana düşüncelerle 12 Temmuz’da başlayacak olan 1412. yeni hicrî yılın, cümleniz ve cümle İslâm âlemi için hayırlı ve mübarek olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
Yüce Rabbimiz bizlere bu yeni yılda tüm müslümanların mutluluğunu, mücahidlerin muzafferiyet ve galebesini, İslâm’ın hürmet ve izzetini göstersin!
Âmîn bi-hürmeti seyyidi’l-mürselîn ve âlihî ecma’în.
*