İslâm, dünya ve âhiret mutluluğunun yolunu göstermek üzere Allah tarafından gönderilen gerçek ve ebedî dindir. O, ferdin iç huzuruna ermesi için olduğu kadar cemiyetin ahenk içinde yaşaması, içtimâî bünyenin sıhhatle çalışması için de gerekli bütün tavsiye ve prensipleri ihtiva etmektedir. İslâm, insan hayatının her yönü ve insan faaliyetlerinin her çeşidi ile çok yakından ilgilenir. İslâm fertte, ailede, iş hayatında, cemiyet faaliyetlerinde ve beynelmilel sahada prensipler koyan, her hak sahibine hakkını en adil ölçüler içinde veren, haksızlıkları en köklü tedbirlerle önleyen tek nizamdır. Onun için eskimemekte, her asırda dipdiri ve pırıl pırıl ayakta durmaktadır. Onda, diğer dinlerin hurafeleri ve mânası kaybolmuş kuru merasimleri gibi boş şeyler bulunmaz. Tarih boyunca onu gerçekten anlamış ve samimiyetle tatbik etmiş cemiyetler emsalsiz başarılar sağlamış, ferdî ve içtimâî mutluluğu tatmış ve yaşamıştır. Onun gerçekliğinden ve eşsiz meziyetlerinden gafil olanlar ise mutluluğu başka sistemlerde aramış, başını taştan taşa vura vura akan sel suları gibi çırpınmış durmuş fakat asla huzura kavuşamamıştır. İnsanlığın dertlerine çözüm olsun diye ortaya konulan her beşerî sistem, beraberinde bin bir yeni dert ve problem getirmiştir. Çünkü onlar insanı madde ve mânasıyla bir bütün olarak tanımamakta ve kavrayamamaktadırlar. Bu kısır görüşlü sistemler yüzünden dünyamız büyük felaketlere uğramış olup hâlen de ciddi tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır.
Onbeşinci hicrî asrın eşiğinde Doğu’da, Batı’da nice acı yanılma ve tecrübelerden sonra şu gerçek anlaşılmaya ve görülmeye başlamıştır ki hasta insanlığın dertlerinin devası İslâm’dadır. Kurtuluş ve mutluluk sadece İslâm ile mümkün olacaktır. Geçen asrın inkârcı ilmî ve felsefî cereyanlarının sahte yaldızları artık dökülmüş, bunlara kapılarak İslâm’a sırt çevirenler hatalarını anlamaya, bir ara yabancı ideolojilere bağlanan nesiller de mahcup ve tevbekâr, yuvaya dönmeye başlamışlardır. Bunun müşahhas delili şudur ki günümüzde dünyanın her ülkesinde başka din ve milliyetlere mensup araştırıcılar ve ilim adamları içinden niceleri, hiçbir baskı olmadan müslüman olmakta, İslâm’ın üstünlüğünü belirten eserler yazmaktadırlar.
Hal böyle olunca bize düşen en mühim vazife, çağımızın bu sevindirici gelişmesine yardımcı olmak, İslâm’ı önce en doğru şekilde öğrenmek ve anlamak, sonra da çevremize ve hatta bütün insanlığa tebliğ etmek ve anlatmak için olanca varlığımızı, gayretimizi ve müktesebatımızı sarfetmektir.
Hz. Peygamber’in (as.) müjdelediğine göre kişinin, bir şahsı doğru yola getirmesi ve hidayete ermesine vesile olması, üzerine güneşin doğduğu her şeyden (yani bütün dünya zenginliklerinden) daha hayırlıdır. Fussilet sûresinde de şöyle buyuruluyor: “‘Ben de gerçek müslümanlardanım.’ diyerek iyilikler yapan ve insanları Allah’a davet eden bir kimseden sözce daha güzel kim olabilir!”3
O halde böyle hareket, faaliyetlerin en şereflisi ve en kârlısıdır. Bu asil hizmette kusur etmek ve gevşek davranmak ise insanı büyük pişmanlıklara uğratacaktır.
Görmesin imdâd yâ Rabb, rahmetinden tâ ebed
Sarf-ı makdûr etmeyen hemcinsinin imdâdına.
*