Son başörtüsü ve tesettür baskıları ve sürüp giden, “İrtica var, geldi gidiyor; her türlü çareye başvurup engellemeli!” gibi yaygaralarda gördük ki ülkemizde olgun, insanî, medenî, modern ve demokratik zihniyet yerleşmemiş; halkın pek çok kesimi, hak ve hürriyetlerini, vebal ve sorumluluklarını kavramış değil; basının, reklam ve propagandanın büyük tesiri var; bu yüzden kitleler dostu, düşmanı, suçluyu, masumu, doğruyu, yanlışı, sevabı, günahı iyi teşhis ve tespit edemiyor.
Aynı şekilde şu sıcak yaz günlerinde de halkın acıklı mânevî perişanlığı gözler önünde sergilenmekte. Topluca şehvetin, seksin, arsızlığın, utanmazlığın, fesat odaklarının, küfrün, şirkin, şeytanın nice kimseyi mahvettiğini görmekteyiz. Deniz kenarlarına tatil ve piknik yerlerine ciddi ve temiz aileler gidemez oldu. Buralardaki çirkin sahnelerin utancından imanlı anne babalar çocuklarının yüzüne bakamaz durumda. Nice aileler yetişkin kız ve erkek evlatlarına sahip olup söz geçiremiyor. Gençlik başını almış korkunç âkıbetlere doğru gidiyor. Çok kimsenin ar damarı çatlamış, içi hırs, fitne ve fesatla dolmuş, gözü kararmış, yüzünden imanın nuru, kalbinden İslâm’ın şuuru çıkmış gitmiş.
Bu durumda bizlere çok iş ve görev düşüyor; çok fazla ve fedakârca çalışmalıyız.
Yurt dışındaki güçlü emperyalist merkezlerden idare edildikleri ve zengin kaynaklardan beslendikleri için küfür ve şer kuvvetlerinin planlı, uyumlu, ciddi ve intizamlı çalıştıklarını görüyorum. Onların elemanları ve grupları, birbirleriyle sürtüşmeye, çatışmaya girmeden, büyük planın kendi hisselerine düşen kısmını sadakatle uyguluyor, üstelik maddî hiçbir masraf ve fedakârlıktan da kaçınmıyorlar; görevleri icabı dinî, millî, ailevî, rûhî ve ahlâkî bünyeyi var güçleriyle tahribe çalışıyorlar. Peki, bizler ne yapıyoruz? Maalesef çok dağınık ve kusurluyuz.
Bendeniz düşmanların yıkıcı ve menfî faaliyetlerini tabiî görüyorum. Elbette su insanı boğar, ateş yakar, yılan sokar, köpek ısırır, kedi tırmalar, düşman da aleyhte çalışır. Bu onların tabiatlarının icabıdır. Benim asıl üzüldüğüm, dost olması gerekenlerde gördüğüm nemelâzımcılık, tembellik, gaflet, adavet, hatta bazen da hıyanet! Bazı ilgili, görevli ve yetkililerin düşmana destek, bize köstek olmaları, Nasreddin Hoca’nın dediği gibi taşları bağlayıp köpekleri salıverme tarzındaki ters uygulamaları da enteresan!
Neden düşmanlarımızla asırlardır süren mücadelemizin şuuruna erememiş, cephemizi seçememiş, görevimizi anlayamamış, ipin ucunu kaçırmışız? Neler yapmalıyız ki tarihî şerefimizi, imanımızı, ülkemizi, milletimizi, kültür ve medeniyetimizi, madde ve mânamızı bu yangın ve yağmalamadan koruyup kurtarabilelim? İşe nereden başlayalım?
Önce, iyi niyetli ama gafil ve cahil olan kimseleri uyarmalı, uyandırmalı, şuurlandırmalıyız. Bunun için herkes kendisine ve çevresindekilere sık sık şu soruları sormalıdır:
Kimin yolunda ve izinde gidiyoruz? Rahmân’ın mı, şeytanın mı? Hangi taraftayız ve kimlerle iş birliği yapıyoruz? Yöneldiğimiz gayeler meşrû mu? Çalışmalarımız neticede kime fayda sağlıyor, yoksa kendi kalemize mi gol atıyoruz? Karşımıza aldığımız insanlar haklı ve masum olamaz mı? Klikçilikten, zümre taassubundan kurtulabilmiş miyiz? Çevremizdeki şuurlu ve çalışkan kimselerle tanışmış ve iş bölümüne katılmış mıyız? Hak yolda çalışanlara maddî menfaat, kıskançlık, küslük, rekabet, yanlış tanıma, suizan ve suiniyet sebebiyle ters düşmüş müyüz? Gıybet, iftira, söz taşıma, dedikodu, yalan ve dolandan korunabiliyor muyuz? Malımız ve canımız, her türlü imkân ve müktesebatımız ile Hakk’a ve halka, hayra ve hizmete koşabiliyor muyuz?
Selam, cevapları müsbet olanlara!
*