Asırlar boyu İslâm’ın bayraktarlığını yapmış, murabıt ve mücahid bir milletiz; uzun zaman onu muvaffakiyetle temsil ettik. Bugüne gelinceye kadar çok hücumlara uğradık, nice badireler atlattık, büyük kayıplara ve köklü değişmelere mâruz kaldık; ama halkımızın kahir ekseriyeti yine de dindardır, inceliklerini unutmuş olsa da âdeta insiyaki olarak, imana ve İslâm’a bağlıdır; Allahu Teâlâ’nın emirlerine, Resûlullah Efendimizin (sas.) sünnet-i seniyyesine uygun yaşamayı özler; gaflet ve günahına üzülür, yapamadığı hayırlara ve ibadetlere hayıflanır, yapabilenlere gıpta eder, iyi olmaya özenir; samimi, takva ehli kimselere saygı duyar ve bağlanır; çocuklarını dindar ve edepli yetiştirmeye çalışır; hayırla yâdına sebep olsun diye cami, medrese, köprü, yol, çeşme... yaptırır; fî sebîlillâh milyonlarını sarf etmekten kaçınmaz.
Sözümüzü teyit eden, münakaşa götürmez kesin deliller: Yaptırılan binlerce yeni cami ve Kur’an kursu, sayısız hayır dernekleri ve vakıflar; yüzlercesi halk tarafından yapılmış olan ve bir o kadarı da yapılma izni ve işareti bekleyen İmam-Hatip okulları; her sene hacca ve umreye bin bir engeli aşarak gitmeye çalışan insan selleri; kandillerde, cumalarda, bayramlarda camilerden sokaklara taşan cemaatler, Ramazan’daki coşkun ve nurani faaliyetler gibi tezahürlerdir.
Bu milyonlarca vatandaş yanlış yolda mıdır; hain ve kasıtlı kimseler midir; çağın dışında veya gerisinde mi kalmışlardır; yirminci asrın modern gelişmelerine ayak uyduramamış, saf alt tabaka mensupları; modern ilimden, teknolojik gelişmelerden bîhaber cahiller midir?
Hayır! Asla ve kat’a!
Onlar milletin ta kendisi olup tarihin normal ve tabiî seyrinin tezahürleridirler; doğru yol üzerinde bulunuyorlar. Şaşırtıcı bir gerçektir ki uzun bir fetret devresinden sonra Türkiye’deki bu yeni ve coşkun İslâmî dirilişi, bazı meşhur edip ve yüksek mütefekkirler, ciddi din, ilim ve fikir adamları, Şark’ı da Garb’ı da tanıyan üniversite hocaları, şahsiyetli gerçek münevver, Avrupa ve Amerika’da tahsil ve doktora yapmış teknik elemanlar desteklemiş ve geliştirmişlerdir.
Bazı yarı münevverler bu gerçekleri göremiyor, asıllarını unutmuş, yabancı ideolojilere kul olmuşlar. Üstelik kendilerinin haklı olduğu vehmindeler. Kökü dışarıda derneklere giriyor, sessizce teşkilatlanıyor, din ve millet aleyhine dilleri ve kalemleri, malları ve canları ile şer ve fesat üretip duruyorlar.
Bizler ise ekseriyette olmamıza rağmen, düzensiz ve dağınık durumdayız. İrşat ve tebliğ vasıtaları bakımından bir hayli gerideyiz.
Keselerimizin ağzını açmalı, saflarımızı sık ve muntazam tutmalıyız.
Bize fayda yine bizlerden gelecektir; dışarıdan hasımlar, müşrikler, münkirler gelip de yardım edecek değil ki!
*