Kişinin, her şeyden önce dini, akaidi doğru olmalıdır; çünkü Allah (celle celâlüh) Kur’ân-ı Kerîm’inde, bozuk ve sapık inancı asla affetmeyeceğini bildiriyor: Kâfir, müşrik, münkir, ebediyen cehennemde yanacak ve katiyen cennete girmeyecek.
Allahu Teâlâ –hâşâ sümme hâşâ– dikilmiş bir taş parçası mı, elle yapılan bir put mu, milyonlarcasından bir gök cismi mi, basit ve süfli bir hayvan mı, gelmiş geçmiş bir insan mı? Kesinlikle değil, ilmen değil, aklen değil, mantıken değil, naklen değil, hakikaten değil, değil! Böyle inançlar son derece saçma, son derece ilkel, son derece korkunç, son derece büyük bir iftira, ulu ve yüce Yaradan’ımıza! İnsanların çoğu din yönünden maalesef çok büyük bir yanılgı ve sapıklık içinde; silkinip, kendini batıldan, hurafeden, taassuptan, inattan kurtaramıyor; çok tehlikeli ve müthiş bir yönde gidiyor, çok feci bir âkıbete, bile bile sürükleniyor. Hem de yirminci yüzyılın ilmine, fennine rağmen.
Ne yapmak lazım?
Bu yanlış gidişe “Dur!” demek lazım; yanlışları söylemek, doğruları anlatmak gerek; her türlü alet ve aracı kullanarak, her imkân ve fırsatı değerlendirerek! Şimdi, şu günlerde sorumluluk şuuruna sahip, her merhametli, bilgili ve gayretli müslümanın var gücüyle çalışması şart!
Çok geniş teşkilatlar kurmalıyız; dergiler, gazeteler, kitaplar çıkarmalıyız; çıkmakta olanları desteklemeli ve dağıtıp yaymalıyız. Radyolar, televizyonlar bu konulara ağırlık vermeli, okullarda bu konular ustaca ve ciddiyetle işlenmeli; sohbetler bu konularda yoğunlaşmalı; konferanslar, kurslar tertiplenmeli; kişiler tek tek evleri ziyaret edip insanları bu hususlarda aydınlatmalı...
Bunları biz tam yapmıyoruz ama maalesef batıl ve sapık dinlerin mensupları, halkları, gençleri, yaşlıları, misyonerleri, rahipleri, müesseseleri, ajanları, organları yapıyor, var güçleriyle muazzam paralar harcayarak, devlet destekli çalışarak yapıyorlar, sonuç alıyorlar; ya zavallı milletleri aldatıyor; yoldan, raydan, baştan çıkarıyor, Allah’ın gazap edeceği yöne döndürüyor, âhiretlerini mahvediyorlar; ya da hak dine karşı hırslarından, kinlerinden, merhametsizliklerinden, harpler çıkarıyor, taassuplarından kan döküyor, can yakıyor, ev yıkıyor, milletleri, kültürleri mahvediyorlar.
Sevgili Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ (sallâllâhu aleyhi ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn) buyurmuş ki:
“Benim, üç gece İslâm âleminin hududunda müslümanları korumak için bekçilik, gözcülük ve murabıtlık (kale muhafızlığı) yapmam, şu Medine ve Kudüs mescitlerinde Kadir gecesine tesadüf edip onu ibadetle geçirme ve ihya etmemden bana sevgili gelir.”97
Biliyoruz ki Kadir gecesi gizli ve saklıdır, ama onu idrak edip, ibadetle geçiren için bin aydan daha hayırlıdır; yani uzunca bir ömür (83 yıl) kadar kıymetlidir bu bir gece!98
Yine biliyoruz ki ibadetler Kudüs’te 500 misli, Medine-i Münevvere’de bin misli daha sevaplıdır.99
Demek oluyor ki üç gece hudut gözcülüğü yapmak Resûlullah Efendimiz’e 83.000 (veya 41.500) yıl ibadetten daha kıymetli görünüyor.
Şu çağda hudutlar düşmanı durdurmaya yetmiyor; kâfirlik, dinsizlik, müşriklik, münkirlik her yerde var, her eve girmiş. Şimdi asıl murabıtlık, asıl bekçilik, asıl gözcülük, bu abuk sabuk inançları, saçma sapan fikirleri, yalan yanlış din ve tahripkâr ideolojileri kafaya, kalbe sokmamak için yapılan çalışmalar...
Ey mü’minler! İslâm’a iyi hizmet etmek, imanınızı korumak, çoluk çocuklarınızı bu afetlerden kurtarmak, ‘ümmet’in imdadına yetişmek, dinimizi yaymak, Allah’ın rızasını kazanmak, Resûlullah’ın şefaatine ermek... istiyorsanız gayrete gelin!
Gelin birlik olalım, var gücümüzle beraber çalışalım!
İşte hazır vakıflarımız, işte kurulu derneklerimiz, işte sosyal ve kültürel müesseselerimiz, işte başarılı çalışmalarımız, planlarımız, projelerimiz, atılımlarımız, yaptıklarımız, yapacaklarımız.
*