Ben her şeyden önce Allah’a kulluk borçluyum; çünkü beni yaratan, yaşatan O; benim rızkımı, sağlığımı her türlü imkân ve nimetlerimi veren O; ben âhirette O’nun huzuruna çıkacak, O’na hesap vereceğim; O’nu çok seviyorum, İslâm’ı çok seviyorum, Kur’an’ı çok seviyorum, O’nun cümle peygamberlerini, bu meyanda Hz. İbrahim’i, Hz. Musa’yı, Hz. İsa’yı, özellikle kendi peygamberim Hz. Muhammed-i Mustafâ’yı (salavâtullâhi aleyhim ecmaîn) çok seviyorum.
Ben âhir zaman peygamberi, Tevrat’ta, İncil’de geleceği müjdelenmiş, enbiyânın serveri, evliyânın önderi ve rehberi, habibullah, halilullah, rahmetullah, hayr-ı halkıllâh, nûr-i arşillâh... o Ahmed ü Mahmûd u Muhammed ü Mustafâ vü Müctebâ vü Mürtezâın ümmetindenim, onun sünnet-i seniyesine tabiyim; ona hayranım, ona kurbanım... Anam babam, malım mülküm, canım, her şeyim ona feda olsun!
Ecdâd ü ceddâtım, soyum sülalem hepsi müslüman, molla, hacı, hoca... Çanakkale’ye kâfile halinde, Arap köle ve halayıklarla Buhara’dan gelmişler. Rivayetlere göre kökenimiz Hz. Ali Efendimiz’e, Hz. Fâtıma anamıza, yüce Peygamberimiz’e dayanıyor, elhamdülillah! Ne bunlarla kuru kuruya övünmek, ne de böyle olmayanları hor, hakir görmek isterim; sadece gerçekleri anlatmak, bunlardan bir sonuca varmak düşüncesindeyim. Dedelerim, akrabalarım çoğunlukla şehit oldular, Allah yolunda, din ve millet uğruna her şeylerini feda eylediler. Ben onların torunuyum. Bu vatan, bu devlet onlar sayesinde özgür! Hem de hemen hepsi ehl-i tasavvuf ve ehl-i tarîkat yani mürteci, gerici idiler!
Ben de çalıştım, okudum, yükseldim; ilim adamı, mütehassıs, üstat oldum; nice talebe yetiştirdim ki bazıları profesör, milletvekili, bakan, başkan oldular; ben de müslüman ve ehl-i tarîkim; nice eserler yazdım, nice faydalı müesseseler, mektepler, hastaneler kurdum; halkımızın ilmine, irfanına, eğitim ve öğretimine, sağlık ve mutluluğuna yararlı olmaya gayret ettim. Yani bana taedenlerden, yan bakanlardan hiçbir eksik yanım yok!
Kimse kendi öz yurdumda benim evrensel insan haklarımı, özgürlüklerimi, kanunî atılım ve faaliyetlerimi, keyfî ve indî yorumlarla, haksız ve batıl mantıklarla, çağ dışı tehdit, kabadayılık ve palavralarla elimden almaya, engellemeye, yok etmeye kısıtlamaya kalkışmamalı!
Bakıyorum da bazıları yirmibirinci yüzyılın eşiğinde, ne kadar dinden ve dünyadan habersiz, ne kadar haktan ve halktan kopuk, ne kadar insafsız, zalim, cahil ve gaddar! Ne kadar hain ve hilekâr! Hem hayret ediyor, hem kızıyor, hem acıyorum zavallı ve perişan mantıklarına! Düpedüz demokrasi düşmanı, halk düşmanı, hukuk düşmanı, İslâm düşmanı, müslüman düşmanı; ama kıvırttığı yalanlara, çevirdiği dolaplara bak! Karşısındakini nasıl ustaca karalamaya, kendisini nasıl beğendirmeye ve aradan sıyrılıp çıkarmaya çalışıyor!
Bütün bu olanlar, bir bakıma faydalı; çünkü halkın uyanmasına sebep oldu. Maskeler düştü, boyalar döküldü, kimin ne mal olduğu ortaya çıktı!
Şimdi sıra halkta! Artık sakin ve suskun halk da sözünü söylemeli, çünkü demokrasinin icabı bu. Ne istediğini açıkça ortaya koymalı; pasif durmamalı, mutlaka ve muhakkak hakkı desteklemeli, doğrunun yanında yer almalı; kazanılmış çağdaş hak ve özgürlüklerinden asla taviz vermemeli; haksızlıkların kesinlikle karşısına dikilmeli, despotluk ve diktatörlük heveslilerine ve yardakçılarına gereken dersi her yerde, her tarzda, en güzel şekilde vermeli!
Çünkü susulunca birçok şey yanlış anlaşılıyor: Halk onları tasvip ediyormuş sanılıyor; yaygaracılar çok ve kuvvetli, haklı olanlar ise az ve âcizmiş sanılıyor; yalan ve dolanlar anlaşılmıyor sanılıyor, zalim ve hainler fark edilmiyor, gizli kalıyor sanılıyor; İslâm kötü ve Müslümanlık suç imiş sanılıyor; müslümanlar gafil ve cahilmiş sanılıyor; devrimbaz ve düzenbazlar haklıymış sanılıyor, ülkenin sahipleri onlarmış da müslümanlar sığıntı imiş, halkın, milletin, devletin düşmanıymış sanılıyor, aziz ve sevgili yurdumuzu götürüp soysuzlara, dinsizlere teslim edivermek, parçalayıp bölüvermek kolaymış sanılıyor...
Allah cemi cümleyi, nevm-i gafletten îkâz eylesin. Âmîn bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn, sallâllâhu aleyhi ve âlihî ecmaîn.
*