İbadetlerin bir “zâhir”i, yani dış görünüşü, şekli, zarfı, kalıbı, maddesi, merasim yönü, kabuğu vardır; bir de “bâtın”ı, yani iç yüzü, mazrufu, özü, mânası, hakikati, aslı ve ruhu. Eğer batını bozuk, çürük, hasta, sakat, çarpık, eğri, yanlış, çirkin olursa, o ibadetin değeri sıfıra kadar düşebilir; hatta sevap değil, günah ve vebal kazanmaya sebep olabilir. Nitekim yüce Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı hadîs-i şerîflerinde buyurmuşlar:
“Nice Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an ona lânet eder.”52
“Nice oruç tutan insan vardır ki (hiç sevap kazanmaz) akşamleyin kârı aç ve susuz kalmaktan ibaret olur.”53
“Nice namaz kılan insan vardır ki kıldığı namaz o kişiyi [Allah’a (cc.) yaklaştırmaz, bilakis] ancak Allah’tan uzaklaştırmaya yarar.”
“Nice bilgi hamalı insan vardır ki aslında hakikî alim ve fakih kişi değildir. Eğer bir kimseye, bilgisi mânevî fayda sağlamıyor ise onun bu gabî hali ve cahilliği elbette ona zarar verecektir. Kur’ân-ı Kerîm’i seni kötülüklerden alıkoyacak şekilde (etkilenerek) oku; çünkü eğer o seni haramları irtikap etmekten alıkoymuyorsa, sen onu gerçekten okuyor sayılmazsın.”54
Ramazan gibi nurlu ve feyizli bir ay geçirdik; oruçlar tuttuk, teravihler kıldık, ibadetler ve hayırlar işlemeye çalıştık. Acaba bunlar kabul oldu mu? Bunun en bariz ve sağlam alâmeti, hadîs-i şerîflerde bildirildiğine göre, güzel hal ve hareketlerimizin Ramazan’dan sonra kesilivermemesi, devam etmesidir. O halde Ramazan’dan sonra ibadetlerimize daha çok itina gösterelim, gerilememeye çalışalım, sevgili okuyucular.
İyi bilelim ki Allah (celle celâlüh) ancak muttakîlerin, yani takva ehli kişilerin, ihlaslı, iyi niyetli, temiz kalpli kulların hayır ve hasenâtını, ibadet ve taatini kabul buyurur; riyakâr, mütekebbir, laubali, pervasız, dikkatsiz, kötü maksatlı, fesat fikirli, maddeci, dünyaperest kimselerinkini ise reddeyler, hatta meleklerine, “Götürün bu perişan ibadetleri o kötü kulların yüzlerine çarpın.” diye emreder.
O halde Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanan her akıllı kişinin, yaptığı ibadetlerinin kabulü için gerekli şartları öğrenmesi; bilakis reddine yol açan mânevî kusurları bilip onlardan sakınması en önemli işi olmaktadır. Aksi halde emekleri zayi olmuş, boşa yorulmuş, yerinde saymış, akıntıya kürek çekmiş olur.
Ramazan orucunun en büyük hedefi kula takvayı öğretmek, onu nefsi yenmeye alıştırmak idi. İnşallah hepimiz bu mânevî eğitimi başarıyla tamamlamış, müttakîler safına katılmışızdır. Yüce Rabbimiz bizi takva yolunda, sırât-ı müstakîmde, sebîlü’r-reşâdda, doğru çizgide, kendi rızası istikâmetinde, Resûlü’nün izinde, müteşerrî, mütebahhir, muhakkik, kâmil, arif, salih, edip, ulema ve sâdâtımızın peşinde gidenlerden eylesin.
Ramazan’da kesbettiğimiz iyi hâlât ve kemâlâtı kaybettirmesin.
Nice mutlu ve kutlu Ramazan’lara, gerçek bayramlara sevdiklerimizle birlikte afiyet ve saadetle erdirsin. Âmin bi-hürmeti seyyidi’l-mürselîn sallâllâhu aleyhi ve âlihî ve selleme ecmaîn.
*