Şeriat ile tarikatın birbirleri karşısındaki durumu üzerine tarih boyunca çok söz söylenmiştir. Bir kısım ulemâ, şeriat namına ve onu bid’atlardan koruyup temizleme niyetiyle tarikat ve tasavvufa muhalefet etmiş, aleyhte konuşmuştur. Bunlar içinden, İmam Gazzâlî’nin İhyâu ulûmi’d-dîni’ni bile zararlı görüp bulunduğu yerde alınıp yakılmasına fetva veren müftüler çıkmıştır. Günümüzde dahi “Vallahi İslâm’da tarikat, tasavvuf yoktur.” diye kürsülerden yemin eden vaizler duyuyoruz.
Böyle bir tutumun haksızlığı ve aşırılığı âşikârdır. Zira İslâm’da tarikat ve tasavvufun temeli mesâbesinde olan “tezkiye-i nefs” (nefsin terbiye ve ıslahı) “tasfiye-i bâtın” (iç âleminin temizlenip saflaştırılması), “tehzîb-i ahlâk” (ahlâkın güzelleştirilmesi) “zikrullah”, “halvet”, “îtikaf”, “mârifetullah” (Allahu Teâlâ’yı bilip tanıma), ihlas... gibi hususlar elbette ve elbette mevcuttur.
Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki tarikat da tasavvuf da tek tip değildir. “Tarikat ehliyim” diyen bazı cahillerin, küfre kadar varan safsataları ve münker halleri her zaman, her yerde görülegelmektedir. Mesela namaz kılmayan, kılanları da hamlıkla itham eden, içki içen, tesettüre riayet etmeyen, kadınlı-erkekli meclisler kuran, haccı küçümseyen, şeriata tepeden bakan kimseler de elbette tasvip edilemez.
O halde doğru olan şeriatin ahkâmına titizlikle riayet etmek, tarikat ve tasavvufun sayesinde de kemâlât-ı ahlâkiye ve insâniyeye nail olmaktır. Nitekim Bâbur Kalender Mirzâ adlı Fars şair şöyle diyor:
Câm est şerîât ve hakîkat bâde
Ger câm şikesti be-yakîn bedmestî.
“Şeriat kadeh, hakikat da onun içindeki içki gibidir. Eğer kadehi kırarsan kesin olarak anlaşılır ki adamakıllı sarhoşsun, ne yaptığını bilmiyorsun.”
Bu hususta şu meşhur sözü de nakledelim:
“Tasavvufsuz tefakkuh eden kimse (tasavvufa bağlanıp içini terbiye etmeyen, takva, ihlas ve irfanı elde etmeden fakihlik taslayarak dinde ahkâm kesen, ilmi hazmetmeyen) fasık olur. Tefakkuhsuz tasavvuf isteyen kimse de (din alimlerini, hadisi, Kur’an’ı fıkhı öğrenmeden, ahkâm-ı şerîata vâkıf olmaksızın tasavvufa dalıp mânevî hayatın inceliklerinden dem vuran) zındık olur. Tasavvufla tefakkuhu cemeden ise muhakkık (zahiri de bâtını da mâmur, ergin ve olgun, arif ve kâmil kimse) olur.”103
Yunus Emre rahmetullâhi aleyh de şu dörtlükte aynı hususu dile getiriyor:
Mumsuz baldır şerîat
Tuzsuz yağdır tarîkat
Dost için balı yağa
Pes niçün katmayalar!104
Sevgili okuyucular! Şeriatın bir hükmüne bile canlar fedadır. Allahu Teâlâ bizi ahkâm-ı şer’iyeyi iyi bilen, şeriat ve tarikatı cemeden, şeytana, nefse uymayan, dinde fakih, mârifetullaha eren muttakî ve muhakkıklardan eylesin ...
*