Gümüşhane’deki “Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin Efendi Sempozyumu” münasebetiyle Doğu Karadeniz bölgemizi görmüş ve ziyaret etmiş olduk. Yüce sahil dağlarını aştık. Artvin’e, Yusufeli yaylalarına kadar gittik.
Tüm bölge “Sarp Hudut Kapısı”ndan gelen Rus ve Kafkas turistleriyle dolu... Bunlar bavullarıyla getirdikleri çeşitli eşyayı satıyorlar. Büyük şehir ve kasabalarda belirli pazar yerleri oluşturmuşlar. Oteller onlarla dolu.
Değil sadece kıyı şehir ve kasabaları, bölge içindeki arka plan yerleşme merkezlerine kadar ulaşıyorlar. Bunların birinde görev yapan bir doktor kardeşimiz ticaretin yanı sıra, gazetelerde de zaman zaman haber olarak verilen “fuhuş” olaylarının da çok yaygın olduğunu, AIDS ve sair zührevi hastalıkların korkunç boyutlara ulaştığını: fecî şekilde günaha düşüldüğünü, nefse ve şeytana esir duruma gelindiğini büyük bir üzüntüyle anlattı. Bu kötülükler birçok ailenin sarsılmasına, uzun yıllar süren saadetli yuvaların yıkılıp dağılmasına da sebep oluyormuş.
Vah benim, yetiştirdiği hafızlar, hocalar, hacılarla meşhur, ak sakallı dindar zâtların diyarı olarak bildiğim Karadeniz bölgeme!
Bu, bir nevî şuurlu yıpratma, çürütme ve çökertme çalışması da olabilir. Harp ve darpla yapılmayan bazı şeyler, böyle dolambaçlı yollarla sağlanmak istenebilir.
Çare ne?
Devlet yöneticileri gereken tedbirleri almalı, kontrolleri yapmalı. Bilhassa, turistlerin sıhhat ve zührevi hastalık durumları sıkı sıkıya takip edilmeli, büyük para cezaları konulmalı, suçlular şiddetle ağır cezalarla cezalandırılmalı vs.
Fakat asıl çare İslâm! En başta gelen tedbir, halkımızı takva ehli, dindar, edepli, ahlâklı, sağlam karakterli yetiştirmek! Ülkemizde İslâm’a karşı gelenler, aleyhte çalışanlar, aslında ülkenin selamet ve bekâsını sabote ediyor, vatan hainliği yapıyorlar.
Hikmetin (bilgelik) başı ve kaynağı Allah korkusudur. Allah’ı bilmeyen, sevmeyen, O’nun rızasını talebe çalışmayan; kahrına, cezasına uğramaya aldırmayan; âhiret hesabını düşünmeyen, hevâ-yı nefsini engellemeyen, şeytana uyan insan artık her türlü günah, zarar ve kötülüğü yapabilir, şer kaynağı ve fesat makinesi haline gelir.
Sağlam iman hem dünya, hem âhiret mutluluğunun kaynağıdır. Ancak gerçek mü’min olan insan, temiz, dürüst, sağlam, faydalı, istikrarlı ve güvenli olur.
Halkımızın gerçek İslâm’ı öğrenmesi ve yaşaması, mânevî ve derunî lezzetleri tatması, imanın zevkine varması: has, halis, muhlis müslüman olması için her türlü imkânı değerlendirmek, ne kadar pahalı olursa olsun her türlü tedbiri almak ve her cins yatırımı yapmak, aklın, imanın, halka hizmetin, vatan-millet sevgisinin, ülkeyi korumak, yüceltmek ve ilerletmek ülküsünün temeli ve ana şartıdır.
Her zaman olduğu gibi görülüyor ki en büyük düşman nefs-i emmâre!
Nefsi yenmek, onun şiddetli heva ve heveslerine, köklü hırs ve arzularına karşı çıkabilmek, iradeyi kuvvetlendirmek; davranış, hareket ve faaliyetlerde aklı, mantığı, ilmi, irfanı, vicdanı, ahlâkı, edebi hâkim kılabilmek ise ancak ve ancak uzun, ciddi, etkili bir tasavvuf terbiyesiyle mümkün olabilir. Aksi halde insan camiden çıkar yine kötü yola gider; ramazan biter, yine eski süfli hayatına döner; tevbe eder yine tevbesini bozar; hakkı ve hayrı bilir ama bir türlü uygulayamaz; basit bir sigara tiryakiliğini bile bırakamaz...
Boş lafları, cahilâne fikirleri, gafilâne kanaatleri, yalan-yanlış, eğri-büğrü, yarım-yamalak bilgileri, batıl felsefesi safsataları, demokratik hürriyet ve serbestlik masallarını, İslâm’a ve tasavvufa karşı hırçınlık ve inatları, kötü huy ve âdetleri, zararlı görenek ve gelenekleri, fena itiyat ve alışkanlıkları hemen ve derhal terk etmeli; etkili ve faydalı, sonuç alıcı ve kâr sağlayıcı çalışmalara, hemen ve derhal geçmeliyiz.
Önce insaf, sonra ilim, sonra İslâm; sonra nefs terbiyesi; sonra irfan; sonra aşk ve şevk; sonra sa’y ü gayret, âmâl-i sâliha, hayrât ü hasenât, tebliğ, irşat, cihat; sonra zafer, sonra saadet-i dâreyn, cennet ve cemal!
“Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”
*