Duygulu ve şuurlu müslümanlar kahroluyor, kan ağlıyor: Her gün yeni bir kara haber, her gün ayrı bir vahşet, her gün başka bir hunharlık, değişik bir canilik ve gaddarlık... Kâh Bosna-Hersek’ten, kâh Kafkasya ve Karabağ’dan, kâh daha başka bir yer ve ülkeden...
Hedef hep İslâm ülkeleri, mağdurlar hep müslüman... Gizli bir şer merkezi daima müslümanların başına çorap örmekle meşgul... Medenî ve insanî standartlar sanki hiç yok; sanki uygar yirminci yüzyılda değil de taş devrinde, mağara ve orman çağında yaşıyoruz! Hani Evrensel İnsan Hakları, hani beynelmilel medenî anlaşmalar, hani insaf, merhamet, adalet, uygarlık, sevgi, eşitlik, kardeşlik?
Camiler, minareler, kütüphaneler, tarihî kıymetli eserler... barbarca, pervasızca topa tutuluyor. İslâm medeniyetinin ve varlığının tüm izleri kazınmaya çalışılıyor; müslümanlar, kelle başı bilmem kaç mark hesabıyla avlanıp öldürülüyor; masum ve müdafaasız halk esir kamplarına toplanmış, vahşi bir zevk ve iğrenç bir kin uğruna müthiş bir gaddarlıkla katlediliyor; cesetler sokaklarda çürüyor; Drina nehrinden hergün ortalama 20 müslüman cesedi çıkarılıyor; gözler önünde adi ve şeni tecavüzler yapılıyor; evler, camiler, mülkler, eşyalar, mallar yağmalanıyor, beynelmilel hukukla tespitli topraklar gasp ve taksim ediliyor...
Ciddi bir ses, sağlam bir önlem, etkili bir karşı hareket, doyurucu bir yardım yok. Hani medenî insanlar, hani öbür ülkelerdeki milyonlarca müslümanlar, hani bunca İslâm ülkeleri, şu kadar İslâmî teşkilat, hani hamiyet, hani mürüvvet, hani dindaşlık, hani kardeşlik?
Caniler ve onları teşvik edenler veya göz yumanlar, gizli âşikâr destek verenler, akıl öğretenler, taktik kuranlar, strateji çizenler, yetkili ve sorumlu idareciler, güçlü devletler, beynelmilel çok uluslu kuruluşlar, dünyayı ahtapot gibi saran teşkilatlar... Yirminci yüzyılın sözde çağdaş insanları... meğer Afrika yamyamları ve Amazon yerlilerinden hiç de aşağı değillermiş, hatta daha suçlu, daha gayr-i medenî, daha yabanî, daha zalim, daha duygusuz, daha vahşi imişler... İnsanlık ilk çağlardan bu yana bir arpa boyu ilerleyememiş!
Ah, Osmanlı idaresi!
Osmanlılar bu topraklara sahip iken bu zalim heriflerin cedlerine nasıl adaletle muamele etmişlerdi halbuki!
500-600 yıl bunları tam bir can ve mal emniyeti, din ve kültür hürriyeti ile huzur ve rahat içinde idare ettiler; idareci tayin ettiler, saraya aldılar, yönetime kattılar, dinlerine-kiliselerine serbestlik verdiler, yaşayışlarına müdahale etmediler, ırzlarına yan bakmadılar, mallarını gasp etmediler, bağlarından üzüm koparsalar parasını dalına bağladılar, komşu diye bağırlarına bastılar; paşa, vezir ve komutan yaptılar, iç ve dış işlerinde görevlendirdiler, beldelerini îmar ettiler, halklarına ilim ve irfan götürdüler, medeniyet ve insaniyeti tattırdılar.
Eğer bunların şimdi sahip oldukları duygulara sahip olsalardı, şimdi bunların yaptığı gibi yapsalardı, hepsini toptan imha ederlerdi. Başka ülkelere kovarlardı. Balkanlarda başka ırk, din, milliyet ve medeniyet bırakmaz, kazıyıp, kökleyip yok ederlerdi. Ama öyle yapmadılar, insanî, medenî ve İslâmî davrandılar. Hatta başka ülkelerde zulme uğrayanlara bile kucak açtılar, gemilerle ülkelerine taşıdılar, katliamdan kurtardılar, Devlet-i Âliyye’de misafir ettiler. Çünkü yapmacıksız hakiki medenî, doğuştan temiz kalpli, merhametli ve asaletli kimselerdi.
Ama daima iyilik yaptılar kemlik gördüler, hayır işlediler hıyanete uğradılar; besledikleri azınlıklar, zayıf zamanlarını kolladı, münasip fırsatı yakalayınca hainlik ve nankörlük ettiler; akla hayale, insanlığa, dine, insafa sığmaz vahşet, denaet ve şenaet gösterdiler; daima, her yerde korkunç katliamlar sergilediler: Girit’te, Mora’da, Makedonya’da, Bulgaristan’da, Kırım’da, Tuna’da, Kıbrıs’ta, Kafkaslar’da, hatta Anadolu’da...
Tarih bizim asilliğimize, medeniliğimize, insaf, adalet ve merhametimize, alicenaplığımıza, iyi idaremize, insan, hayvan, çevre, Hak ve hakikat sevgimize, güzel ve yumuşak huyluluğumuza ve hatta saflığımıza ve sâfîliğimize şahittir... Tıpkı bu karşımızdaki nâmertlerin dönekliğine, nankörlüğüne, sinsilik ve nifakçılığına, edepsizlik ve ahlâksızlığına, pespayelik ve alçaklığına, bozuk ve kokuşmuş felsefesine, dinlerindeki samimiyetsizliklerine, insafsızlık ve gaddarlıklarına, engizisyonculuklarına, katliamcılık ve işkenceciliklerine defaatle şahit olduğu gibi...
Bunlar değil bizlere, kendi aralarındaki inanç farklılıklarına bile tahammül edemez, birbirlerini bile katliam ederler, yıllar yılı birbirleriyle savaşırlar, ilim adamlarını saman yığınlarında yakar, hakkı söyleyenlerin derilerini diri diri yüzerler.
Bunlara dikkat edin, yaldızlı reklam ve propagandalarına asla aldırmayın! Bunlar daima ikiyüzlü, çifte standartlıdırlar.
Evet, dünyada kutuplaşma değişti, Amerika ile Rusya barıştı, Avrupa devletleri birleşti ama din, kilise, milliyet ve medeniyet taassup ve katılıkları bütün şiddetiyle devam ediyor. Kurmak istedikleri yeni dünya düzeninde İslâm’a ve müslümanlara yer vermek asla istemiyorlar. Hedefleri tüm İslâm âlemi ve bu arada aziz ülkemiz. Paylaşılmak istenen de ülkemizin yer üstü ve yer altı servetleri, petrolleri, stratejik madenleri, toprak bütünlükleri, hürriyet ve istiklalleri...
Onun için –tedbir almazsak– yakın zamanda çok daha ciddi ve vahim durumlarla yüz yüze gelmekten kurtulamayız. Bosna-Hersek, Karabağ, Keşmir, Filistin ve daha başka yerlerde gördüğümüz faciaları bizler de yaşayabiliriz.
Hayat acımasız bir mücadeledir, kusur ve kabahat bizim. Düşman elbette düşmanlığını yapacak, ondan yardım ve medet ummak, insaf ve merhamet beklemek ahmaklık olur. Çok güçlü ve kuvvetli olmalı, mücadeleden galip çıkmak için çok iyi hazırlanmalı, pür dikkat ve uyanık olmalıyız.
Bizim imkân ve avantajlarımız da az değildir, elbette bu acı günler geçecek, söz sırası bize de gelecek.
Zalimler, azîzün züntikâm Allah’ın kahrından, mazlumun ahından, mağdurların ve masumların yakın gelecekteki intikamlarından korksun ve titresin!
*