Coburg İslâm Cemiyeti’nin davetlisi olarak, Avustralya’nın Melbourne şehrindeyim. Bu cemiyetin müstakil bir arsa içinde küçük bir Camii ve mütevazı müştemilatı var, cemaatinin çoğu ihvanımız. Seher adlı bir aylık dergi çıkartıyor ve güzel eğitim çalışmaları yapıyorlar.
Cemaat dışındaki diğer Türklerle de tanışma ve yakınlaşma sebebi, İslâmî birlik ve beraberlik vesilesi olsun diye, ‘’Yunus Emre ve Tasavvuf” konulu bir konferans düzenledik. 16 Aralık günü yapıldı. Tutulan salon, geniş bir avlu içinde, öyle ki konferansa gelen dinleyicilerin yüzlerce aracı rahatlıkla park yeri buldu. Mülkiyeti kiliseye aitmiş, çevresinde aynı kilisenin daha başka tesisleri var, okul ve ibadethanesi de geniş alanlara sahip.
Gezdiğim diğer Amerika ve Avrupa ülkelerinde de durum aynı. Kiliseler sadece ibadet işleriyle ilgilenmiyor, bilakis tüm sosyal ve kültürel sahalara da giriyor, muazzam binaları, servetleri, mülkleri, arazileri var; okullar, kreşler, yurtlar, fakülteler, yüksek okullar, hatta üniversiteler kurmuşlar; büyük hastahaneleri, otelleri, güçlü ticarî şirketleri, imalathaneleri, fabrikaları, bağış toplama kuruluşları, sosyal yardım kurumları, politika elemanları, valileri, milletvekilleri her şeyleri mevcut; halk üzerinde ve devlete karşı güçlü ve nüfuzlu durumdalar; devlet de kendilerine ister istemez büyük destek veriyor, itibar gösteriyor.
Laikliğin dine karşı bir silah, bir fren veya bir alternatif olarak kullanılması ne mümkün! Laiklik, sadece muhtelif hıristiyan mezhepleri ve serbest felsefî ekoller arasında hürriyet ve eşitliği sağlayan, bir grubun öbürlerine baskı yapmasını önleyen bir mütareke, bir uzlaşma formülü; ama her grup alabildiğine serbest ve hırslı ve gayretli; çalışmasına bir müdahale ve baskı olsa müthiş çıngar çıkarır, kıyameti koparırlar.
Ezilen, aldatılan ve oyuna getirilen sadece biz zavallı müslümanlar.
Mübarek ecdadımızın, en halis, en derin dinî duygularla tesis ettikleri vakıflarımız ne halde? Biz de hıristiyanların kendi vakıflarından istifade ettikleri gibi şimdi onlardan amaçlarına uygun şekilde istifade edebiliyor muyuz?
Ne gezer, çoğu satılmış veya bakımsızlıktan harabe haline gelmiş. En büyük darbe devletten. Devlet ne? Senin, benim gibi insanlardan meydana gelmiş bir büyük heyet. Onu meydana getiren fertler, devlet başkanları, bakanlar, milletvekilleri, çeşitli kademede memur ve hizmetliler, eğer iyi niyetli, bilgili, dürüst, merhametli, sorumluluk duygusuna sahip, faziletli insanlar ise devlet, milletinin hizmetinde başarılı, yapılan işler olumlu; eğer devlet kadroları faziletsiz insanlar tarafından ele geçirilmişse sonuç zulüm, yağma, rüşvet, rezalet ve felaket.
Ecdat yadigârı, millet malı, sanat harikası, irfan ve ümran sembolü birçok vakıf eseri ve müessesesi ve bunların sağlıklı çalışması ve işlemesi için bağışlanmış gelir kaynakları bizzat Vakıflar İdaresi tarafından satılmış, camiler, hanlar, kervansaraylar, tarlalar, evler, dükkânlar, öyle gaddarca ve alelacele yağmalatılmış ki 300 liraya satılan bir tarihî eserin sadece kubbesindeki kurşun hurdası 3000 liraya alıcı bulmuş. Mukaveleye, “Satılan cami alıcı tarafından üç ay içinde yıktırılmazsa satış fesih ve iptal olunabilir.” diye tehditli maddeler konularak, tahrip ve yıkım, şiddetle teşvik olunmuş. Birçok cami, tekke, hamam, külliye ve müştemilatı, –müslüman ahali, vakıf malı satın almak günahtır diye düşündüğünden– gayrimüslimlerin mülküne geçmiş, onlar da bizzat benim gördüğüm bazı örneklerde olduğu gibi ibadethaneyi iş hanı haline getirmiş, mihrap yerine de tuvalet koyarak İslâm’dan hınç almış, ölünce malını kiliseye vakfetmiş, böylece mesela Süleymaniye’nin, Rüstempaşa’nın, Nuruosmaniye’nin, Mahmutpaşa’nın... dükkânları, hamamları, müştemilatları gayrimüslimlerin, kiliselerin mülkü haline dönüşmüş, şimdi kurtarabilirsen kurtar. Aynı düşman tavırla çeşme, bina, kale kitabeleri kazıtılmış, şaheser yazma eserler toplanıp yakılmış, toprağa gömülmüş, kütüphaneler yağmalanmış, arşiv vesikaları vagon vagon yabancılara satılmış vs.
Evkaf Vekâleti ilga edildikten sonra yerine kurulan Vakıflar Genel Müdürlüğü emanetleri koruyamamış, vakıf şartlarını yerine getirememiş, yurt içi ve yurt dışı vakıflarını kaybetmiş. Halbuki onun görevi banka ve otel işletmek mi olmalıydı? Millet de vakıf malının cemiyetin toplu serveti olduğu şuuruna layık bir canlılıkla onları himaye etmeyi başaramamış, her yerde vakıf mülk ve araziler tecavüze ve yağmaya mâruz kalmış... Maalesef, çok acı ve fecî.
Millî ve dinî kültürümüze, sanat ve vakıf eserlerine karşı yapılan bu tecavüz ve tahribatın boyutlarını ve ehemmiyetini, şimdi yurt dışında yaptığım mukayeselerde daha iyi görüyorum. Allah (celle celâlüh) mesullerin cezasını elbet verecek.
Şimdi devlet yöneticilerinden, hâkimlerden, belediyecilerimizden ve milletvekillerinden dileğimiz, vakıflarımıza karşı yapılmış olan her türlü haksızlık ve tecavüzü telafi ve tazmin için gereken çalışmaları Allah rızası için yapmaları.
Yönetimler ancak adalet temeli üzerinde payidar olur, haksızlıklar tamir edilmezse, yeni yeni haksızlıklara yol açar; milletin devlete, kanuna itimadı ve saygısı kalmaz, anarşi başlar. Sosyal patlamalar devleti de tahrip eder, milleti de çökertir. Kurtuluş hakka, adalete, Allah’ın emrine dönmektedir.
*